ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

       HÜSEYİN YURTTAŞ’IN ULUSALCILIĞI

       Yazın kişisi olarak sevdiğim, saygı duyduğum Hüseyin Yurttaş’ın “Ege’de Son Söz”de “ULUSALCI OLMAK” başlıklı bir yazısını okudum.

       Öncelikle söyleyeyim. Kalem oynatma ustalığında Yuttaş’la aşık atmam düşünülemez bile. Onun sözcük ustalığına erişemem ama kavramları kendine göre anlamlandırmasına ve tarihsel süreçlerinden soyutlayarak kullanmasına yanıt verebilirim.

       “Kafaların karışık olduğu bir dönem”  saptamasıyla başlamış yazısına. Açarsak; “herkes ne söylediğini bilmiyor, yalnızca ben biliyorum”un ince bir söylenişi bu. Kendi düşüncesine katılmayanları “kültürsüz”, “sınırlı bilgili”, ”kimbilir kimlerden edindikleri yüzer gezer düşünceli”, olarak aşağılıyor. Yani, ta baştan, “başkalarının söylediklerinin bir değeri yok” hükmünü veriyor.
       Olmadı sevgili Yurttaş. Düşünceyi böylesine aşağılamak ancak demagojik bir yaklaşımdır. Bir düşün kişisine, hele hele bilimsel düşünen bir kişiye hiç yakışmaz bu tür yargılamalar.
       Gelelim öze.
       Yurttaş bize uzun uzun “Milliyetçilik ile Ulusalcılık kavramlarının nasıl aynı şeyler olmadığını anlatıyor. İçeriğine girmeden önce birinin “milliyet”, diğerinin “ulussal” kökünden geldiğini; “ulusal”ın millicilik anlamda olduğunu söylüyor.
Milliyetçiliğin ırkçılıkla ilişkilenebildiğini, ulusalcılığın ise bir tür yurtseverlik olduğunu savunuyor.
       Peki de, “milliyet” kök değil ki. Milliyetin kökü “milli”. Sonuçta etimolojik açıdan aynı yere çıkıyor. Gerçi bunun fazlaca önemi yok. Önemli olan sözcüklerin kavramsal anlamlarıdır. Bu da süreç içinde değişimler gösterebilir. Sevgili Yuttaş’ın yaptığı “ulusalcılık” sözcüğüne yeni bir kavramsal karşılık vererek onu aklamaya çalışmaktan öte bir şey değil.
Bir de “ulus”, “millet”, “ulusal”, “ulusalcılık”, “milliyetçilik” kavramlarının tarihsel süreçte ortaya çıkışına bakmak gerek.
Ortaçağ feodalizmi gelişen teknoloji karşısında –üretim ilişkilerinin değişmesi- ömrünü doldurmaya başlamıştı. Kapitalizm ve onun egemen sınıfı burjuvazi gelişmeye ve üretim ilişkilerine egemen olmaktayken eski sistemin kavram ve yönetim biçiminin kalkması zorunluluğu oluştu.
       Feodaller güçlerini tanrıdan alırlardı. Tanrının onları egemen olarak yarattığı ve görevlendirdiği savını halka benimsetmişlerdi. Burjuvazi bu savı kullanamazdı. Kendi egemenliğini meşrulaştıracak bir kavram geliştirmeliydi. Bunu da “millet ve milliyetçilik”te buldu. Burjuvazi gücü tanrıdan alıp, sokaktaki insana verdiğini savlamış, bunun adlandırılmasını da “Ulus Devlet” kavramıyla karşılamıştı. Kapitaliz daha ilksel sürecindeydi ve ileride küreselleşmesini getirecek emperyalizm aşamasına gelmemişti. Bu nedenle de egemenliğini pekiştirmek için sınıflara gereksinimi vardı. İşte “ulus devlet” ve milliyetçilik böyle çıktı ortaya.
       Adına ister ulusalcılık, ister milliyetçilik deyin bu kavramın ortaya çıkması Fransız devrimi denilen burjuvazinin üretim ilişkilerine egemen olmasının sonucudur.

       Şimdi dönelim yeniden “ulusalcılık”a. Baştan yazdık etimolojisinden daha önemli olan kavramsal içeriğidir.
Kendileri “ulusalcı” olarak tanımlayanların toplumsal olaylardaki tavırlarıdır sözcüğe kavramsal içeriğini kazandıran.
Yurttaş, her ne kadar “ulusalcılık başka ulusları aşağılayan bir öz içermez” diyorsa da uygulama tam karşıtını gösteriyor bizlere. Ulusalcılar, kendilerine milliyetçi diyenlerden farklı bir düşünce koymuyorlar ortaya. Olaylara bakış açıları aynı ama kullandıkları sözcükler ve sertliği değişik. Azınlıkların ulusal haklarını savunanı hiç görmedim. Örneğin; bir Çerkes kültürünün yok olmamasını isteyen ulusalcı var mıdır? Yok olmakta olan birçok dilin anayurdu olan bu topraklarda Hemşince’nin eğitim dili olabilmesini savunabilirler mi? Haydi bunlar uç örnekler diyelim. Milyonlarca Kürdün anadili eğitimine sıcak bakabilirler mi?
       Ulusalcıların “bağımsızlıkçı” olmalarına özel vurgu yapıyor Yurttaş. Bağımsızlıkçılık sömürüye karşı koymak anlamına gelmiyor ki. Tam karşıtı, ilkel kapitalizmde gelişen bu kavram “burjuvazinin egemenlik alanı” anlamına geliyor. Üstelik emeği küreselleşmesinin önüne konulan sütlerden en büyüğünü oluşturuyordu.
Şimdilerde küreselleşen sermaye bağımsızlıkçılığı elbette istemiyor. Kendi çizdiği sınırları değiştir aşamasına geldi ama sermayenin küresel saldırısının karşısına yine sermayenin kullanıp attığı silahla çıkmak, ok ve yayla uçaklara karşı savaşmaktır.
       Küreselleşen sermayenin karşına ancak küresel bir emek hareketiyle çıkılabilir. Küresel bir emek hareketinin başlangıç noktası ise her türden milliyetçiliğe karşı çıkmakla başlar.

Paylas