ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

MERHABA

Önemli bir sorun olmazsa, haftada bir sizlerle olacağım. Bu ilk yazı değil biliyorum. Onun için olsa olsa gecikmiş bir merhaba  olur.
Yazdıklarım bilgilerimle sınırlı olacak doğallıkla. Biçem olarak da “söyleşi” havasını kullanmayı deneyeceğim becerebildiğimce.
Umarım başarırım.

*          *          *          *          *
İzmir’de Erdoğan adında bir dostum var. Bana zaman zaman gerçek öyküler anlatırdı. Bunlardan birinde, yetmişli yıllarda Çorumun bir köyünde yaşayan  Kabar Mehmet adlı bir yurttaşımızı anlatmıştı. Kabar Mehmet, hala sağ mıdır bilmem. Köyde hazır cevaplılığı ve sözünü sakınmazlığı ile bilinirmiş. Öykü Şöyle:
“Kabar, harman döverken aniden döveni durdurur, iner ve ekin yığınının yanında oturan karısı Kibar’a üvendire ile girişir. Kadının kolu kırılır. Öfkesi dinen Kabar, karısını alı sınıkçıya (kırık-çıkıkçının yöresel adı) götürür. Kolunu alçıya alırlar, eve dönerlerken kadın sorar:
-Kabar, ne suçum vardı ki, kolumu kırdın?
Kabar yanıtlar:
-Hiçbir suçun yok be kadınım, der. Yokluk bokuna vurdum, yokluk bokuna...”

*             *          *          *          *

Şimdi niye yazdım bu öyküyü. Bugünlerde hepimizin ruh hali Kabar… Trafikte sıkışıp kalan, yol vermedi diye önündekini dövüyor, kurşunluyor; çantasını kapkaççıya kaptıran, polise ver yansın ediyor; Evini sel basan, belediyeye söylemedik söz bırakmıyor.
Bunları neredeyse sonsuza kadar uzatmak olası…  Sonuçta toplumsal bir histeri nöbetine tutulmuş gibiyiz. Yani burnumuzdan soluyoruz.
Kabar yoksulluğun verdiği darlığın acısını karısından çıkarmış. Biz, aynaya bakmadan her olayda bir suçlu buluyoruz. Dönüp bir de aynaya baksak. Büyük ustanın dediği gibi:

Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama –
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

Dostlukla kalın.