ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

MİLLİYETÇİLİK

İnsanlığın tarihi türlü evrelerden oluşur. Yıkılmaz sanılan olgular, gün gelir bir anda yerle bir olur.
Firavunların Mısır’ı, İskender’in Makedonya’sı,  Ortaçağın Roma’sı yıkıldı, yok oldu.
Toprağa dayalı üretimin ana üretim biçimi olduğu toplumsal yapı İmparatorluklar doğurmuştu. Adına ister Kral, ister Padişah, iste Şah ya da ne derseniz deyin, egemenler güçlerini Tanrı’dan alırlardı. Kendilerinin Tanrı tarafından görevlendirildiklerini, bu nedenle de yalnızca tanrıya karşı sorumlu olduklarını belletirlerdi. Toplum da bunu kabullenmişti. Taaa ki, üretim biçimini değiştiren endüstriyel gelişmeler oluşana dek.
Artık toprağın yanında, gelişen atölye üretiminin oluşturduğu yeni bir sınıf vardı ve bu sınıf toplumun yönetilmesinde söz sahibi olmak istiyordu. İşte kralların tahtını sallayan olgu bu meta üretimi oldu.  Koskoca topların yıkamadığı düzeni, üretim ilişkilerindeki değişim yerle bir etti.
Ama bu değişiklik öyle kolay da olmadı. Egemenlik kolay bırakılacak bir şey değildi. Gelişen yeni tip üretimin sahipleri, tanrısal egemenliğin yerine bir yeni kavramasal olgu geliştirmek zorundaydı. O zamana kadar hem tanrıya, hem egemene kul olan geniş halk kitlelerine yeni bir kimlik gerekiyordu. Çok geçmeden bu kimlik de bulundu. Milliyet. O zamana kadar kendini tebaa olarak tanımlayan insanlar, süreç içerisinde millet olarak tanımlamaya geçirildiler. Kendilerine egemenliğin gerçek sahipleri olduğu söylendi. 
Şimdi sözde egemen –gerçek egemen üretim araçlarını elinde tutanlardı- olan ve topraktan koparılan insanlar, işgüçlerini yeni egemenler kiralıyorlardı. Bir yerde kalma, aynı yerde çalışma zorunlulukları yoktu. Bu açıdan özgürleşmişlerdi ama hala karınları doymuyordu. Şimdi iş bazılarını ötekileştirerek, bir birlik oluşmasını sağlamaktı. Böylece; aynı dili konuşan, yakın kültürel yapıları olan topluluklara bir ad verilerek millet oluşumu güçlendirildi.
İşin gerçeği “millet” yapay olarak oluşturulmuş bir kavramdır. Ötekileştirme üzerinden diğer milletler düşman gösterildiler. Bağımsızlık ve özgürlük vaatleriyle ayaklanan  insanlar, imparatorlukları parçaladılar. Bu ayaklanmaların getirdiği savaşlar ise millet ve milliyet kavramları üzerinden milliyetçilik olgusunu güçlendirdi.
Artık insanları yönetmek daha kolaydı. Çünkü çevrelerinde başka milletler vardı. O milletler kendi vatanlarına göz dikmişlerdi bu nedenle de düşmandılar. Düşmana karşı birlik olmak, uyanık olmak gerekiyordu.
Gerçekten de kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası gereği, bazı üretim araçları sahipleri daha çok zenginleşmişler ve kendi ülkelerinin dışında pazarın egemenliğini almaya başlamışlardı. Bunu barışçıl yöntemlerle başaramazlarsa, silahla yapıyorlardı. Dünyada artık Emperyalizm diye bir  şey vardı ve dünya bundan böyle huzurunu iyice kaybedecekti.
Artık üretim biçimi kapitalizm, ideolojisi ise milliyetçilikti.

 

Tam bu yazıyı tamamlamak üzere notlarıma bakıyordum ki, Can Dündar’a gelen tehdidi içeren bir e-posta aldım.
Can Dündar yazısında özetle: NTV’de yaptığı “Derin Devlet” konulu programdan sonra  -hani, şu istihbaratçı Nuri Gündeş’in “Devlete hizmeti varsa yanaklarından öperim” dediği program.- Alaattin Çakıcı imzalı dört sayfalık bir mektup aldığını, mektubun “akıllı olması” ricasıyla bittiğini yazıyor.
Sonrası yargıya başvuru ,  gelişmeler ve Dündar’a destek iletenler.

 

Yazının tümünü okuyunca, gerisini yazmak gelmedi içimden. Buna ve diğer güncel olaylara bakanlar anlarlar  her şeyi, diye düşündüm.
Milliyetçiliğin bilimsel tanımı…
Milliyetçiliğin tarihsel gelişimi…
Milliyetçiliğin farklılaşmasının özü üzerindeki etkisizliği…
Milliyetçilik ve ötekileştirme…
Ülkemizde milliyetçiliğin emperyalizm tarafından kullanılması…  konularını yazmaya ve incelemeye gerek yok.
Bir üç sözcük yeter milliyetçiliği anlatmaya:
Alaattin Çakıcı milliyetçi.