ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

TARZAN KEMAL

Tarzan Kemal’i ilk kez bir kış günü gördüğümü anımsıyorum. Erfelek’te, o küçücük ilçenin -ki o zamanlar ilçe bile değil nahiyeydi- tek caddesinin kıyısındaki bir musluğun altında temizlenmekteydi.
Sonraları, onu sık sık görür oldum. Sırtında gereçlerini taşıdığı bir torba ve bir şortla dolaşırdı. Yaz ya da kış olması onun giyimini değiştirmezdi.
Annem ona “Hacı Murat’ın Delisi” der ama içten bir sevecenlikle yaklaşırdı. Sırtındaki torbada tarım araçları bulunduğunu annemden öğrenmiştim. Yine annemin anlatılarından; onun; ziraat okuduğunu, bir kıza sevdalandığını, ailesinin kızın ailesini sınıfsal nedenlerle hor gördüğü için evlenmelerini engellediğini, bu yüzden aklını oynatıp bu duruma geldiğini dinlemiştim.
Tarzan Kemal’i, Tarzan Kemal yapan nedenin ne olduğunu araştırmak isteyenler bilgisunardaki (internetteki) Sinop sitelerinde bulabilirler.
Benim üzerinde durmak istediğim onun doğayla barışık yaşamının, günümüze ışık tutması. Kemal, elbetteki annemin tanımladığı gibi “deli” değildi. Sıradışıydı. –Sinop’ta sıradışıların lakaplarının deli olduğunu daha önce de yazmıştım.-
Tarzan Kemal, bir doğa dostuydu. Sırt torbasında taşıdığı araçlarla ağaçları budar, aşı yapar, yeni ağaçlar dikerek köylülere örnek olur, onları eğitmeye çalışırdı.
Tarzan Kemal’in “KUZU BEBEKTİR YENMEZ” VE “SİGARA ZEHİR” sloganlarını şablon yapıp, Sinop’un il ve ilçelerinin duvarlarına yazdığını bir çokları gibi ben de bilirim.
Sinop’un yarımada bölümüne yüzlerce ağaç diktiğini, bu çalışmada kimsenin ona yardımcı olmadığını da bilirim.
Günümüzde küresel ısınma ve bunun doğurduğu sorunlar kapımızı çalınca Tarzan Kemal’in değeri belirginleşiyor.
Tarzan Kemal, bize doğayla barışık nasıl yaşanabileceğini göstermişti on yıllar önce. Biz onun öğretisini anlayamadık.
Şimdi musluklarımızdan gelen tıs seslerinin nedeni; onu ve onun gibileri anlayamamakta yatıyor.
Biz felaket’in, bizim uzağımızda bir yerle kalacağı gibi bir duyguyla yaşarız. Felaket kapımızı çalınca da “ Neden ben” diye yakınırız.
Doğayla uyum içinde yaşamak yerine, yapay lüks tutkumuzu tatmin etmek için doğayı yok etmekte bir sakınca görmeyiz.
Karadeniz’de tüm kıyı yerleşim yerleri atıklarını denize boca ettiler.
Yetmedi, İtalyanlar zehirli varillerini attılar.
Yetmedi, tüm orta Avrupa’nın zehirli sanayi atıkları Tuna’nın sularıyla geldi.
Yetmedi, balık türlerini acımasızca tükettik.
Yetmedi, otoyol diye kıyıyı ve denizi katlettik.
Yetmedi, Çernobil üzerine tuz biber ekti.
Yetmedi, rüzgarımız dururken ve yaklaşık 20 kilometrekarelik bir alana kurulacak rüzgar santralinin yerine nükleer santral yapmaya çalışıyoruz.
Tüm bunları yaparken, oluşturabileceği sorunları görmek istemedik, daha doğrusu “benden sonrası tufan” anlayışıyla davrandık.
Şimdi o tufanın benden sonraya kalmadan geldiğini görüyor, ama yine de inanmak istemiyoruz. Yaşadıklarımızın bir defaya özgü olduğunu düşünmek istiyoruz.
Belki önümüzdeki kış daha fazla yağmur yağacak, belki önümüzdeki yaz sıcakları bu yıl ki kadar olmayacak.
Ama, felaketler gittikçe sıklaşacak.
Gelin Tarzan Kemal’i bir kez olsun anlamaya çalışalım.