ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 
YAKAN SORULAR

Ülkemiz bir tabular ülkesidir. Bazı kişi, kurum ya da olgulara dokunulmaz. Dokunanın canı yanar.  Oysa bilimsel düşüncede mutlak doğru yoktur ve her şeyden kuşku duyulur. Gerçekte gelişmenin de temeli her şeyden kuşku duyulmasıdır.
Her nasılsa ülkenin başına geçip, onu yönettiğini sananlar eleştiriye gelemezler. Çünkü onlar kendilerini mutlak doğru görürler. Oysa mutlak doğru anlayışı ortaçağla birlikte yıkılmıştır. Ya da en azından yıkılmış olması gerekir.
Bizde dokunduğunuzda elinize de sizi yakacakların başında askerlik kurumu ve askerler gelir. Geçenlerde bir gazetede Fikri Sağlar bir yazı yazdı ve bazı sorular sordu. Aldığı tepkiler zehir zemberek. Oysa sorduğu sorunun karşılığı doğru olmasa bile doğru bilgilenme hakkı vardır.
Anayasa mahkemesi yargıçlarından biri, kendisinin izlendiğini ve dinlendiğini iddia ediyor. Kimlerin, hangi kurallara göre dinlenebileceğini herhalde en iyi o bilir. Alın size bir dokunulmazlık daha. Efendim izlenen o değilmiş, o sırada polis bir başka izleme yapıyormuş. Yüksek yargıç iki aydır izlendiğini ileri dürüyor. Demek ki polis de iki aydır başka bir izleme yapıyormuş!
Bu olayların ikisi arasında bir bağlantı var. Dinleme, izleme ve araştırma dosyaları hazırlamak ve bu dosyaları yasal olmayan yollardan kullanmak bizde bir Osmanlı geleneğidir. Hatta siz de rastlamışsınızdır. Bazı televizyon programlarına çıkan kişiler; “konuşursam (açıklarsam) ortalık yıkılır” yollu sözler ederler ama sonrası gelmez. Ya açıklanacak bir şeyleri yoktur, bu yöntemle bazılarını korkuturlar; ya da tehditler karşılığını bulmaktadır ki o dosyalar hiç açıklanmaz.
Bir başka kurum ise dindir. Doğası gereği mutlak doğruyu içerir. En küçük kuşku size dinden çıkarır. Ya büyük kuşkuları ne edelim. Din konusu hep benim alanımın dışında olmuştur. Bu konuda yazmak da, konuşmak da istemem. Ama bu benim kuşkularımın olmadığı anlamına da gelmez. İşte sorun burada: Kuşkularımın gerektirdiği soruları bile soramam. Tabu, o kadar güçlüdür ki soru bile sordurmaz. Oysa din adına söylenenlerin en azından bir bölümünün gerçek olmadığını başka din bilginleri söylemekte…
Dokunulmayan kişilerin başında Peygamber Muhammet ve Atatürk gelir. Peki, bunlar insan değil midir ve de yaşamı boyunca hiç hatası olmayan insan olabilir mi? İşte kafamda oluşan bir kuşku daha.
Gelelim ikincil kişilere. Onlar kerameti kendinden menkul şeyhlere benzerler. Bunların en özgün örneği Deniz Baykal’dır. Her şeyi o bilir. Kurullar ve kurallar onun için geçersizdir.
Tekrar yazıyorum. Bilim “mutlak doğru” tanımaz. Bu kadar tabunun kıskacında yaşayan ülkemiz insanının bilimsel düşünmesi, bilim üretmesi deveye hendek atlatmaktan çok daha zordur.
Benim sorunum şu. Gelişme ve özgürlük soru sormakla başlar. Dokunulmayan kişi, kurum ve olguların olduğu yerde ne demokrasi olur, ne insanca bir yaşam.
Ben de tutmuş nelerden söz ediyorum. Biz daha küçücük olayları sorgulayamıyoruz. Örneğin bir mayısı, örneğin Tuzla tersanesinde neredeyse gün aşırı olan ve olağanlaşan ölümleri, bir avuç altın için doğamızı kirleten siyanürcülere izin verenleri, verimli ovalarımıza fabrika dikmek için meclisten yasa üzerine yasa çıkaranları….
İki yaşındaki çocuklar gibi aklımıza geleni yutkunmadan sorabildiğimizde, insanca yaşayacağımız günler başlayacaktır.