ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

EVDEKİ BULGURDAN OLMAK

Türkçede bir söz vardır. "Ağlamayana meme verilmez." Söz anlamını yitirdi bu dönemde...
Artık ağlayana "meme" değil, azar veriliyor. Yine de susmazsa ardından sopa geliyor.
Sayın Arınç, azarladığı çiftçiden özür diledi ama hükümetin ekonomik politikasını uygulayanlar özür dilemiyor.
Daha önce de yazdım. Dokuz yılım çeltik üreticilerinin arasında geçti. 1980 öncesi dönemde, memnun olmadıkları günleri bugün mumla arıyorlar.
Hükümet destekleme dâhil 84 kuruş fiyat verdi çeltik üreticisine. Bu da yaklaşık bir kilo pirincin 140 kuruş olduğu anlamına geliyor.
"Tosya'ya pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak" diye bir deyimiz vardır. (Bazı yerlerde Tosya yerine Dimyat denir.) İşte bu pirinciyle önlü Tosya bugün pirinç üretim merkezi değildir. Bu söz şimdi Çorum'a bağlı olan pirinç üretim merkezi Kargı ilçesinin, Tosya'ya bağlı bir nahiye olduğu dönemden kalmadır.
84 Kuruş fiyatı duyunca Kargı Tarım Kredi Kooperatifi Başkanı, dostum Yılmaz Aksoy'u aradım. Sordum, “nasıl buldunuz fiyatı?” diye.
Telefonu açtığında, tarlada; bastıran yağmurdan biçilmiş ürününü korumaya çalışıyormuş. İnanın sesi neredeyse ağlamaklıydı.
"Sorma Hoca" dedi. "Ürünümüze verdikleri fiyat, bizim 2000 yılında sattığız fiyat. Gübre ve mazot fiyatları ise yalnızca bu yıl üç kat arttı. Ne yapacağımızı şaşırdık." Ardından bir başka yaraya değindi. "Bilirsin, çeltik ekilen tarlaların çok büyük bölümü zenginlerin elindedir. Ekimi, biçimi yapan gerçek üretici ise yarıcıdır. Giderler tümüyle yarıcının hanesine yazılır. Bu durum ortadayken devlet, kilo başına verdiği 9 kuruşluk destekleme primini üretici olan biz yarıcılara değil, toprak sahiplerine veriyor."
Gerisini sormadım. Hibrit tohumlardan aldıkları tohumlarda kırılma oranın fazlalığını, sulama kanallarını ellerinde tutanlara yaptıkları ödemeleri, fabrikalardaki oyunları zaten biliyordum.
Gelecekleri de söyleyemedim dostuma. "Önümüzdeki dönemde suların özelleştirileceğini, su içinde yetişen çeltiğe yaptıkları sulama masraflarına doğrudan su parasının da ekleneceğini" söyleyemedim.
Hibrit tohumla yetiştirilen üründen alınan tohumların verimsiz olduğunu biliyordu ama komşusundan tohum almasının bile suç olabileceği bir tohumculuk yasası çıkarıldığını da söyleyemedim.
Yalnızca kısa bir şey söyledim. "Kabahatin birazı da bizde galiba Yılmaz" dedim. O zaman da yanıtladı:
"Hoca, sen buradayken ki gibi değil insanlar. Özellikle gençler uzak; toplumsal sorunlardan. Ne birlik, ne de dayanışma var artık. "
Doğruydu söyledikleri dostumun. 1970'lerin hak aramasını bilen insanları, diğer güzel insanlar gibi gitmişlerdi beyaz atlarına binip dönümsüz yerlere. Ortalık 12 Eylül yetiştirmesi bencillere ve doyumsuzlara kalmıştı.
Ne diyebilirdim?
Sevdalarımızdı yarım bıraktırılan, insanlığımızdı.
Dayanışma kültürümüzü çalıp, tebaa kültürüydü aşılanan.
"Hap yap, para kap" anlayışının doğruluğu öğretiliyordu.
Üniversitelerde bile "çan eğrisi" adlı not sistemiyle eğikleştiriliyor insanlarımız. Başkalarını çamura batırdıkça yükselecekleri öğretiliyordu.
Oysa asıl çamura batmanın bizler olduğunu kimse söylemiyordu.
Ve... Ankara’da üreticiye kulaklarını tıkamış insanlar, "tencere dibin kara" oynuyorlardı.