ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

GECENİN EN KARANLIK ANI,
ŞAFAĞIN YAKLAŞTIĞI ANDIR

İşte yıllardır gördüğümüz, yaşadığımız oyunun bildik sahneleri yeniden başladı. Yine gencecik çocuklarımızın yaşamları sönüyor. Yine sokaklarda; hıçkırıklar çığlıklar ve kudurgan naralar… Offff, offf… Bu içimdeki yarayı yeniden kanatanlar kimler acep?

On üçü asker, yedisi PKK militanı gencecik yirmi canı birkaç saat içinde yitirmek kolay mı? Televizyonlarda asker annelerinin feryatları var. Ya Kürt annelerinin ağıtları? Ya açıkça ağlayamayan, içine akıttığı gözyaşlarıyla yüreklerini yıkayan babalar.

Şimdi, tam da şimdi, olay sıcakken ve yakıcıyken, sokaklarda intikam çığlıkları atılırken zamanıdır “BARIŞ, İLLAKİ BARIŞ”  diye bağırmanın.

Biliyorum, kolay değil bugünlerde sokaklarda “barış” diye bağırabilmek. İşin içinde linç edilme tehlikesi var kuşkusuz.

Caz festivali kapsamında Kürtçe şarkı söyleyen Aynur Doğan’a yapılan saldırıyı düşünün. Kürtçeye, Kürtçe bir aşk şarkısına bile tahammül edilemeyen bir ülkede “barış” demek kolay mı?

Ya Aydın Bozkoy’deki Kürt inşaat işçilerine yapılan saldırıya ne diyeceğiz. Saatlerce inşaatın üst katında ölümle burun buruna kendilerini savunmak zorunda kalanlardan biri, Silvan’da öldürülen askerin kuzeni.

Birçok kez yazdım. Milliyetçilik baş belasıdır. Ne ucu, ne sınırı bellidir. Kökü kapitalizme, dalları ırkçılığa dayanır. Yansıması kör bir vahşet, sonucu ise her zaman kan ve gözyaşıdır. Dünya tarihi bunun örnekleriyle doludur.

 

Son otuz yılda kırk bin evladını savaşa veren Kürt annelerinin bir umut olarak gördükleri, bu nedenle de bayrama çevirdikleri “Habur Karşılaması”nı bile hazmedemedik. Öylesine büyük tepkiler gösterdik ki; ülkeyi yönettiklerini sanalar korktular, çok korktular. Bırakın dik durmayı, eğik bile duramadılar. Attılar yüzükoyun milliyetçiliğin çamur deryasına kendilerini.

Peki, nasıl yeşerteceğiz bu topraklarda barışı?
Daha kaç on yıldır sürecek bu kanlı oyun?
Büyük çoğunluğun bir Kürt komşuyu bile istemediği bu topraklarda nasıl yaşayacağız?
İşkencehanelerde “Kendi pisliğini zorla yedirdiğimiz” insanlardan özür dilemek yerine, onların önümüzde diz çökmesini isteyerek nereye varacağız?
Ermeni ve Rumları yok ettiğimiz bu topraklardan Kürtleri de sürebileceğimizi savunanlar var.
Ya sonra sıra kimlere gelecek?
Lazlara mı, Çerkezlere mi, Gürcülere mi?
Yoksa zaten bir avuç kalan sosyalistler dikkate alınmadığına göre liberaller ya da İslamcılara mı?
Ya birileri de çıkıp, “Haydi bakalım Türkler, sizin yurdunuz Ortaasya. Marş marş” dediğinde onlara ne yanıt vereceğiz.

Bu yol yol değildir. Bu yolda gidişin sonu hüsrandır. Çıkış için tek bir yol vardır. Birbirimizi anlamak ve açmak kucaklarımızı farklı olana.

İlk aşama ise; çoğunluğun iktidarını, çoğunluğun kahredici baskısı olarak anlayanlardan kurtulmaktır.

Yolumuz uzun, yolumuz dikenli ve sarp…
Yine de her gecenin bir sabahı vardır.