ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

 

 

 

KILIÇDAROĞLU’NUN İŞİ ZOR
CHP kurultaydan çıktı. Parti içi savaşım bitti mi sanıyorsunuz. Bitmedi. Bitmeyecek de.

CHP’li delegeler kurultaylarda hangi tüzüğü, hangi programı kabul ederlerse etsinler parti durulmayacaktır.

Ben müneccim değilim ama perşembenin gelişini, çarşambadan göremeyecek kadar da kör değilim. CHP’de sorun çok derinlerde.
CHP alt düzey kadroları yeniliklere ve sola kapalı. Gerçeklere arkasını, yüzünü duvara dönmüş uyuyor. Görmekte olduğu “ulusalcı” düşten uyanmaya hiç niyetli görülmüyor.

Genel merkezdeki birkaç kişi demokrasi ve ekonomik yaşama ilişkin kaygılar taşıyabilirler ama örgütlerin ne aklında, ne ağzında buna bir yakınlık yok.

CHP soyuttan somuta geçebilme becerisi gösterebilecek gibi görülmüyor. Varsa yoksa geçmişin özlemi.

CHP tarihinin en yüksek oylarını aldığı dönemlerde eski ezberlerini bozmuş, toplumun dinamik yapısına uygun programlar geliştirebilmişti.
1970’leri bir anımsayalım ve karşılaştıralım:

Öncelikle 12 Mart müdahalesine en sert karşı çıkış Ecevit’ten gelmişti. Ecevit’in “Bu darbe bana karşı” sözleriyle rotayı devletten değil halktan yana çevirmişti.

Günümüzdeki CHP, sağcılığı dillere destan kişileri hem de Süleyman Demirel’in ricasıyla milletvekilliğine taşıyor. Derin devletin bağlantılarının olduğu kişilere arka çıkıyor.

“Ne ezilen ne ezen, İnsanca hakça düzen”, toprak işleyenin su kullananın” gibi sloganlarla beslenen emekten yana politikaları ve “köy kent” gibi gününe uygun olabilecek projeleriyle yüzünü toplumdan yana döndüren bir CHP vardı 1970’lerde.

Gelelim günümüze; ben kayda değer hiçbir yaklaşım göremiyorum. İçerisi doldurulamamış, daha çok ırkçı partilerde görülen “ulusalcı, devletçi”  söylem partinin alt kadrolarında içselleştirilmiş. Devleti toplumun üstünde gören bir anlayış tüm alt kadro ve taraftarlarınca şiddetle savunulmakta.
Şu bir somut gerçek CHP içinde iki görüş var.

Birincisi; CHP’yi 1930’lara hapseden, “devrim” sözcüğünü bile kullanamayıp “inkılap” gibi söylenmesi zor bir sözcüğü yeğleyen; vatan, millet, Adapazarı edebiyatıyla kendini uyutan ve parti tabanının çok çok büyük çoğunluğunu oluşturanlar. Bunlar kendi düş dünyalarında yaşamayı sürdürmekle kalmıyorlar, bolca da horultu çıkarıyorlar.

İkincisi; Partiyi resetleyip güncelleştirmek isteyenler. AKP’nin kendine demokrat uygulamalarına karşı, gerçek bir demokrasi istemiyle ön almak isteyenler. Halkın içerisine düşürüldüğü yoksulluğun, sosyal ekonomik politikalar üretilerek çözülmesi politikalarını oluşturmaya çalışanlar.
Ne yazık ki, bu ikincilerden çok az CHP’de. İki günkü kurultaylar serüvenini kazanmış olmalarına karşın azınlık. Ortamsal nedenlerle bu kadrolardan bazılarının CHP yönetiminde olmalarına karşın, partiyi bir yerlere taşıyabilmeleri çok zor.

CHP bu durumuyla demokrasinin önünü tıkayan, AKP’nin önünü açan ve MHP’nin değirmenine su akıtan bir parti durumundadır. Kılıçdaroğlu ve ekibi bu durumu değiştirmek istiyor. Ne yazık ki, değiştirebilmeleri haydi olanaksız demeyim ama çok zor.

Hala kurultayında onuncu yıl marşını baş tacı yapan bu parti 1930 model bir arabaya benziyor. Sürücü koltuğuna Formula 1 pilotu oturtsanız bile yarışa katılması mucizedir.

 


tekil görüntülenme