ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

               

           NEREYE ?

           Başlığı “uzun boylu cüceler partileri” için koyduğumda kırk yıl öncesinde Timur Selçuk’tan dinlediğimiz bir şarkı geldi aklıma:
           “Nereye payidar nereye
           Yokuş bayır demesen de
           Dere tepe düz gitsen de
           Çıkmaz bu yolun bir yere”

           Şiirdeki payidarın “saygın ve kalıcı” anlamında farsça kökenli bir sözcük olduğunu da belirttikten sonra, sanki günümüz AKP’si (yoksa yalnızca Erdoğan’ı mı demeliyim), ve CHP’si için başkaca bir şey yazmaya gerek kalmıyor gibi ama gazete, köşeyi dolduracak yazı bekler. Ehhh, bu durumda bir şeyler yazmak zorunluluk.

           Bir yerlerden başlayacağız nasıl olsa. Önceliği Erdoğan’a verelim. Zaten ortada “Adalet ve Kalkınma Partisi” diye bir yapı yok. Varsa yoksa doludizgin koşan bir Erdoğan var. Yasa, kural, etik ve insansal değerler hatta inançsal değerleri bile dilediği gibi kullanan, çiğnemekte sakınca görmeyen bir Erdoğan. Doludizgin çıktığı Çankaya’da dahi uslanmayacağının sinyallerini veriyor. Uslanmaz, uslanamaz çünkü ardında bir örgütsel ortak akıl yok. Çekildiği anda gümbürdeyecek bir “yerden göğe küp dizini” var..

           Yine o mağrur edasıyla en önde koşacak Erdoğan. Ardındakilerin oluşturduğu rüzgâra kapılmış gazeller olduğunu bildiğinden durmayacak, duramayacak.

           Ülkenin gelmiş geçmiş en başarısız dışişleri bakanını başbakanlığa taşıyacak. Çünkü o başbakan, gücünü yalnızca Erdoğan’dan alıyor olacak; bu nedenle de yalnızca ona tabi olacak. Tutar da benim de kişiliğim var der mi? Bilemem. Derse; o küp yığınının en altındaki küpü çekmiş olacağından büyük gürültüyle devrilerek paramparça olma olasılığını öngörebilir mi? Onu da bilemem. Bildiğim Erdoğan’ın koşusunun sonuna yaklaştığı. Bu koşunun durduğu yerde her şeyin darmadağın olma olasılığının yüksek olduğu.

           Erdoğan cephesinde durum bu da ikincil uzun boylu cüce olan CHP’de durum çok mu farklı? Orası daha karışık. Bir türlü pusulası çalışmayan o gemi yalnızca kaptanıyla –ki onun da becerisi şüpheli- yüksek dalgalı denizlerde yol almaya çalışıyor.

           Gece boyu Muharrem İnce’yi dinledim halk TV’de. Öneri ve öngörü taşıyan bir tek cümlesine bile rastlamadım. Mustafa Sarıgül’ün önceki konuşmalarından birini Muharrem İnce görüntüsü verilerek yayınlanıyor hissine kapıldım. Söylediği tek şey “iki seçim sonrasına birinci parti olamazsak genel başkanlığı bırakacağım. Bunu tüzük değişikliğiyle zorunluluk yapacağım.”

           Ülkenin içinde bulunduğu hiçbir soruna ilişkin tek bir somut öneri yok. Galiba İnce için “Kürt” sözcüğü hala yasaklı. Hiç ağzına almıyor. Çözün sürecine ilişkin söz söylemiyor. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na ilişkin görüş belirtmiyor. Kimse kusura bakmasın ama lafla peynir gemisi yürütmeye çalışıyor.

           Tüm bunlara karşın İnce’nin, Kılıçtaroğlu’na yönelttiği eleştirilerinde haklılık payı da var elbette. İnce’nin görmediği ya da görmek istemediği ise sorunun yapısallığı. 12 Eylül’ün getirdiği antidemokratik siyasal partiler yasası, zaten kültürümüzde olmayan demokrasiyi bizden biraz daha uzaklaştırdı. Bir siyasal partiyi bırakalım bir yana sıradan bir derneğin başkanı olan bile kendini sultan sanıyor.

           Bir şarkı sözüyle başladık yazıya. Bir başka şarkı sözüyle bitirelim. Cem Karaca’yı saygıyla anarak:
           “Bindik bir alamete
           Gidiyoz kıyamete.”