ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

               

          

         VANDALLIK

         Hükümetin başı Cumhurbaşkanın Trabzon’daki alan konuşmasında verdiği talimatı emir sayan bakanlar kurulu hemen harekete geçti. Polisin yetkilerini artıracak çalışmaları başlattığını açıkladı.

         Yeni yasayla polise tanınacak yetkilerde Almanya esas alınacakmış. Yurdumuzda 2007 yılı 7 Ekim 2014 tarihleri arasında “polisin dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle 170 kişi öldürülmüştür. Böyle bir dur ihtarının gerçekten yapılıp yapılmadığını bırakalım bir yana dönelim Almanya’ya. Polis yetkilerini dengeleyen demokratik ve sosyal hakları da koyalım bir yana; acaba Almanya’da “dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle öldürülen kaç kişi vardır?

         Toplumsal olgular düdüklü tencereye benzer. Patlamanın olmaması için basıncın azaltılması gerekir. Toplum üzerinden basıncın azaltılması ise daha çok demokrasi ile olanaklıdır. Demokrasi, düdüklü tencerenin güvenlik supabıdır. Siz güvenlik supabının ayarını gevşeteceğinize, basıncı artırırsanız sonucunda düdüklü tencere patlar. O zaman da oluşacak durum sizin de hayrınıza olmaz.

         Bizde polisin yetkisi zaten çok yüksek. Evrensel kurallar içerisinde vazgeçilmez demokratik bir hak olan sokak gösterileri muhalifler için neredeyse kullanılamaz durumda. Bırakalım sokağın başını, daha evin kapısından adımını atana gazla, copla, kurşunla müdahale ediyorsunuz. Yetmiyor, eli satırlı, sopalı, pompalı tüfekli sivil görünümlü çeteler demokratik gösterilere saldırıyor, onlara ses çıkaran yok. Bu durumda çatışma ortamının oluşması doğal sonuç oluyor. Buna yüce yöneticilerimizin toplumsal olaylara “ateşe benzinle giden” açıklamaları eklenince ortada çatışma ortamından başka bir şey kalmıyor.

         Demokratik gösteri haklarını kullanmak isteyenlere yapılan baskılar elbette o gösterilerdeki insanları –özellikle gençleri- çileden çıkarıyor. Medyanızın çarpıtmaları dışından bilgilenenler şunu iyi biliyor. Her zaman ilk saldıranlar ya polis ya da sivil görünümlü milisler. Ardından gösteri yapan kitlelerin içinden –provokatörler midir, “artık yeter” diyenler midir bilemem. Çünkü duruma göre bazen biri, bazen diğeri, bazen de her ikisi olabiliyor- bazıları çevrelerindeki mallara zarar veriyor. Havuz olsun olmasın medyamızın büyük bölümü bu görüntüleri allayıp, pullayıp, çarpıtıp, abartarak halkın gözüne sokuyor.

         Bu durumun böyle sürüp gideceğini hiç kimse beklemesin. Tüm baskıcı rejimlerde uygulanmış bu yöntemler, baskıcı rejimlerin ömrünü bir süre daha uzatabilmiş ama hiçbir baskıcı rejimin varlığını sürdürmesini sağlayamamıştır, sağlayamayacaktır.

         Ulu efendilerimiz GEZİ patlamasını okuyamamış, gezi olgusunu tüm baskıcı rejimler gibi “dış mihrakların oyunu”na bağlamışlardı. Şimdi de yıllardır oyalanıp aldatılan Kürt halkı ve demokratik kamuoyunun Kobani’ye olan hassasiyetini anlayamamış, “Kobani’den Türkiye’ye ne” diyerek barış ve çözüm sürecine baltayı indirmişlerdir. Yetmemiş, gösterilere saldırılmış ve demokratik bir hakkın kullanılması engellenmiştir.

         Ülkeyi yönetmeyi beceremeyenlerin daha fazla zorbalık istemesi normaldir ama asla sonuç alıcı değildir. Olayları azaltmak yerine biçim değiştirmesine neden olur.
Polis; kol, bacak, kafa dahası can kırıyor. “Artık yeter, burama kadar geldi” diyen göstericiler ise cam çerçeve.

         Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Vandal kim, vandallık ne?

     

 

       

Tracking hits