ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

        “Çocuklar ölüyor” diyenin cezalandırılması için soruşturma açılan, binin üstünde akademisyenin “barış isteği”nin suç ilan edildiği ülkede yazı yazmak cesaretin de üzerinde bir şey gerektiriyor.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, barış için akademisyenlerin imzaladığı “bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye beklenmedik, inanılmaz ve demokrasilerde hiç kimsenin aklının ucundan bile geçirmemesi gereken bir tepki gösterdi. Bu yalnızca bir tepki olarak da kalmadı. Devletin polisi, savcısı ve yargıçlarını, üniversitelere kendi atadığı yöneticileri baskı kurmakla görevlendirdi.

        Cumhurbaşkanının akademisyenlerle ilgili kullandığı sözcüklerin ise anlaşılırlığı yok. Cumhurbaşkanı, akademisyenleri “karanlık, zalimdir, alçak, sözde akademisyenler, aydın müsveddeleri, güruh” sözcükleriyle aşağılıyor.

        Erdoğan’ın bu tanımlamalarına ne denebilir. Aydın olmanın en birinci koşulu; “dünyanın herhangi bir yerinde bir kişinin burnu kanıyorsa onun acısını içinde duyabilmektir. 155 profesörün de aralarında bulunduğu akademisyenler aydın değilse kim aydındır?

        Aralarında dünyanın en ünlü düşünürleri olan Noam Chomsky, Immanuel Wallerstein, Etienne Balibar’ın da bulunduğu yüzün üzerinde bilim insanı bu bildiriye destek vermiştir.

        Dünyanın hiçbir yerinde bu akademisyenlere söz söylenmesi kabul edilemez. Söylenirse, o sözü söyleyenden şüphelenilir.

        Bizler, onlarca yıldır beyin göçünden şikâyet etmişizdir. Ülkemizin üreten beyinlerinin başka ülkelerde bulunmasından rahatsızlık duymuşuzdur. Bu böyledir ama dışarıya gitmiş ve gitmeye hazır düşün ve bilim insanlarımıza bırakalım iyi çalışma koşulları yaratmayı, değer bile vermemişiz.

        Unutmayalım; dışarıya giden bilim insanlarımız, bir zamanlar Almanya’ya giden işçiler gibi dişlerine ve kaslarına bakılarak değil, beyinlerinin üretimine bakılarak alınmışlardır.

        Ben bunları yazarken televizyonda Adalet Bakanı ünvanlı kişi konuşuyordu. Akademisyenler bildirisinin, imzası olan akademisyenlerce değil, PKK tarafından yazılmış ve yandaşlarına imzalatılmış olması olasılığının yüksekliğinden söz ediyordu. Aralarında yüzlerce profesörün bulunduğu, her birinin en azından doktorasının bulunduğu 1128 akademisyenin böyle bir metni yazamayacağını ima ederek kendini gülünç duruma düşürdüğünün farkına bile varmadan yalnızca konuşmuş olmak için konuşuyordu.

        Zavallı yurdum. Giderek daha da kötüleşen bir sona doğru hızla yol alıyor. Tüm bunlar yaşanırken, ülkenin ana muhalefet partisi CHP, kurultay yapıyor. Kurultayın birinci günü,  bundan sonrasında da “değişim”in yalnızca kurultay sloganı olarak kalacağını gösteriyor. –Yanılıyor olmayı ne kadar çok isterim, bilemezsiniz-

        CHP, meclisin duvarları arasında söz söyleyerek muhalefet yapma alışkanlığını bırakıp, yaşamın her alanında savunacağı yeni ve halkın sorunlarını sokağa taşıyacağı bir anlayış geliştiremezse giderek o %25 oyu bile bulamayacaktır. Siyaset de doğa gibidir, boşluk kabul etmez.

        CHP’nin geçmişte yüksek oy aldığı dönemlerdeki aydın desteğini yeniden kazanacak köklü siyasi dönüşüme gerek vardır. Bu dönüşüm ise ancak Kürt Sorunu üzerinden radikal bir tavır alabilmesiyle olasıdır. Bu tavır, ilk aşamada CHP oylarında –CHP’ye oy veren ulusalcılar nedeniyle- azalmaya yol açacaktır ama sonrasında halk desteği büyüyecek ve zamanla partiyi iktidara taşıyabilecektir.

        Akademisyenler bildirisi CHP için de bir mihenk taşıdır.



http://www.hitwebcounter.com/