ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

           Anlatacağım öyküyü belki duymuşsunuzdur. Yine de yazıya iyi bir başlangıç olur diye yazacağım.

           Yoksul çocuk babasına sorar:
           -Baba, bu yoksulluğumuz ne kadar sürer?
           Babası:
            -Kırk gün evladım.
            -Peki baba. Kırk gün sonra biter mi?
            -Hayır evladım. Bitmez ama biz alışırız.
.

           Nelere alışmadık ki?
           “Alışamadım” sözü Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığında güncelleşmişti. O güne kadarkilere baktığımızda “gelen gideni aratır” sözünün gerçerliliğini kanıtlamıştı ize.

           Sonrası; sonrasında da sürdü gitti istemeden alıştıklarımız. Nelere alışmadık ki?

           Enflasyonun gelirlerimizi eritmesine karşın, yönetenlerimizin böbürlenerek anlattığı gelir artışı masallarına alıştık.

           Hurafelerin, bilimin önüne geçmesine çanak tutan eğitim politikalarına alıştık.

           Belden aşağısından başka konuların neredeyse hiç yer almadığı sözde din adamlarının; “60 yaşındaki adam, 9 yaşındaki çocukla evlenebilir gibi” saçmalıklarına alıştık.
Ülkenin kent alanlarında patlayan bombalara alıştık. Artık eskisi kadar ilgimizi çekmiyor kitlesel insan ölümleri. Kahvehanelerde bile konuşulmaz oldu.

           Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmaya alıştık.

           Tüm komşularımızla sıfır soruna giderken, tüm komşularımızla kanlı bıçaklı olduk.

           Beş günde Suriye’deki Emevi camisinde Cuma namazına gidecektik. Suriye’den Süleyman şah türbesini kaçırmak zorunda kaldık. Yetmedi; milyonlarca Suriyeli bize girdi. Devletimizin yanlış politikaları sonucu; sokaklarımız dilenen çocuklar, iş yerlerimiz karnını bile doyurmaya yetmeyecek ücretlerle çalışan Suriyeli kaçak işçiler, denizlerimiz gülmeyi çoktan unutmuş çocukların cesetleriyle doldu.

           “Yeni demokrasi” adını verdikleri AB zorlaması sürecin boyası da çabuk döküldü. Hapishaneleri 12 Eylül dönemindeki gibi yeniden yazar ve aydınlarla doldurmaya başladık. “Gözünün üzerinde kaşın var” demek bile suç sayılır oldu.

           Adalet sağlamak için çıktığımız yolda da yaya kaldık. Ülkenin nasıl olduysa elde kalmış derelerini, ormanlarını, sit alanlarını havasını, suyunu, taşını, toprağını birkaç kişinin çıkarına feda ettik. Yargı kurumlarına güven dibe vurdu.

           Tüm bunlardan çok daha elim, çok daha acı, çok daha vahim olan insanlarımızın birbirini öldürmesine bile alışmaya başladık. Yanlış politikaların sonucu kan gölüne döndürdük ülkeyi. Hep birlikte kurduğumuz, bizi barışa götürecek çözüm süreci masasını devirdik. Kırk yıldır uygulanan yöntemlere geri dönerek çözmeye yöneldik Kürt sorununu. Gele gele; köy boşaltmalardan, kent boşaltmalara geldik.
           Sonuç; Sıfıra sıfır, elde var sıfır.
.

           İnsan en kötü duruma bile kırk günde alışırmış. Yalan. Alışmak, içselleştirmeyi içerir. Bizim içselleştirdiğimiz filan yok. Alışmaya çalıştırıldığımız eşitsiz koşullarda yapılan seçim sonuçları.

           Seçim, demokrasi demek değildir. Seçim yalnızca bizi bir yerlere taşıyan aracın sürücüsünü belirler.  O sürücünün bizi götürdüğü yer bu dünyada yaratılmış cennet de olabilir, uçurumun dibi de.

Hit Web Stats
.