Skip to: Site menu | Main content

16 HAZİRAN 2007 GÜNDEMİ

 

Toplantıya Bekir Yurdakul açılış yaparken giriyorum. Körfezin kıyısında Büyükşehir Belediyesinin Engelliler Merkezindeyiz. Deniz usul usul hışırdamakta. İzmir'de sıcaklık otuz beş derece. Boğucu havayı denizin serinletici etkisinden midir, dostların arasında olmanın güzelliğinden midir, duyumsamıyoruz.

Bugün 19 dumansızız.

Bekir Yurdakul; Irak savaşı öncesi çıkardığımız "BARIŞ IRMAĞI" kitabına göndermede bulunarak, o gün "Savaşa Hayır" diyenlerin, bugün ordunun Irak'a girmesi için baskı yapanlarla aynı kişiler olmasının oluşturduğu çelişkisel duruma değiniyor.

Ahmet Günbaş; Sabah gelirken karşılaştığı olayı anlatıyor. Selçuk Oğuz son anda yetişmiş feribota. Feribotta ki küçük bir kızın yerinde duramadığını, vapurun içinde koştuğunu, ailesinin denetlerken "Öykü, kızım biraz yavaş." biçiminde seslenmesi üzerine, Oğuz'a "İyi ki adı Öykü, ya bir de şiir olsaydı, hepten uçardı." dediğini anlatıyor.

Fatma Ottaş, Mukadder Özakman'a gönderme yaparak "GÜZELLEME" adlı taşlamasını okuyor.

Ardından taşlaması ustasından "DÜTTTT" adlı taşlamasını dinliyoruz.

Ahmet Günbaş, Allionoi üzerine yazdığı şiirden söz ediyor.Şiirde geçen "suyu suyla vuracaklar/ barbarlar" dizelerinde geçen "barbarlar" sözcüğünden DSİ bölge müdürünün alındığını söylüyor.
Mukadder Özakman "Aydınlar Bildirisi" üzerine yazdığı taşlamayı seslendiriyor.

Hulusi Aksakal'dan adını alamadığım bir şiir dinliyoruz.

Leyla Işık bize  "Bir Başka Düş (E)" adlı kitabından "Falcı Kadın Giderken" adlı şiirsel bir anlatısını okuyor. İki kadının karşılaşmasında İzmir kokusunu duyuyoruz.

Ali İşçimen "Sevgi İşçileri ve Öyküme Onur Verenler" şiirini seslendiriyor, dost esrikliğiyle.

Ayfer arkadaşımız (Soyadını anımsayamadım, özür dilerim), "Aştıkta Geldik Bu Günlere" başlıklı yazısını okuyor, umudu örgütleyerek.

Ahmet Piriştina'yı anıyoruz, yitişinin üçüncü yılında saygıyla ve sevgiyle.
Bekir Yurdakul cenaze törenine ilişkin bir anısını anlatıyor.
"Kalabalıktan gömütlüğe ön kapıdan giremedik. Arka kapıya gittim. O sırada orada bulunan iki güvenlik görevlisinden birinin diğerine söylediği şu sözlere tanıklık ettim:" "Bundan böyle sabahları kim kolunu belimize dolayarak 'Nasılsınız çocuklar, diyecek.'
Günbaş, Piriştina anısına bir şiir okuyor.
Saime Bircan, Piriştina'nın bir uluslararası görüşmesine Fransızca çevirmen olarak katıldığını, O'nun çevirmene gerek duymaması üzerine bir saat boyunca izleyici olarak kaldığını anlatıyor.

Mukadder Özkman'ın İzmir Kent Müzesi üzerine eleştirilerini dinliyoruz. Müzede işgalin ayrıntılı olarak anlatıldığını, kurtuluşa ve Hasan Tahsin'e gereken yerin verilmediğini öğreniyoruz.

İzmir'deki sanatçılar arasında oluşan rahatsızlığı Selçuk Oğuz gündeme getiriyor.
Konu hayli uzun tartışılıyor.
Ahmet Günbaş, kendimizi İzmirli sanatçılar olarak sınırlamanın doğru olmayacağını, güçlü bir örgütlenme ve yazar kimliğinin tartışılması gerektiğini söylüyor.
Kibatek başkanı Atilla Er eleştirileri yanıtlıyor.

Er, daha sonra bir bölümünü bir önceki toplantıda anlattığı Baku izlenimlerini sürdürüyor. Bir toplantıda Azeri şairlerin şiirlerini alçak sesle okumaları karşısında; "Bir ülkenin şairlerinin sesi çıkmıyorsa, o ülkenin sesi kısılmış demektir" dediğini ve hayli alkış aldığını öğreniyoruz.
Er, Cevat Çapan'ın Tekne kazıntısı şiirini okuyarak bitiriyor sözlerini.

TEKNE KAZINTISI
Babam iki tek atınca,
"Hadi seni karpuzlara götüreyim" derdi.
(Karpuzlar, Gebze'de oturan kızlardı.)
Annem kızarır, kızar,
"Bey, çocuk daha küçük" diye çıkışır.
Mutfağa gider ağlardı.

Babam karpuzdan anlardı.

 

İzmir tarihinden Halil Rıfat Paşa ile ilgili bir kesiti yine Mukadder Özakmandan dinliyoruz. İlk karayolu tünelini açtırdığını, üzerine "gidemediğin yer senin değildir" yazdırdığını öğreniyoruz.

Gülten Akın'ın "Kuş Uçar, Gölge Kalır" kitabından bir şiir okunuyor.

Bekir Yurdakul'dan "Mardin Güzellemesi" dinliyoruz. Bize özellikle eski Mardin'i görmemizi öneriyor.
Mardin'de insanlar gülüyorsa taşların da güldüğünü, insanlar üzgünse taşların karardığını öğreniyoruz.
Bir de uyarı yapıyor. Yemekler ucuz, konaklama pahalıymış.
Mardin'i Mardin yapan çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı yapısı olduğunu saptıyoruz.
Mardinli kadınların zorunlu olmadıkça yalnız sokağa çıkmadıklarını, yanlarında yakınlarından bir erkek varsa hayli rahat olduklarını, giyimlerinin çağdaş görünümlü olduğunu;
İslamiyet dışındaki dinlerin durumunu da Mardinli kadınların durumuna benzeterek bitiriyor sözünü.

Toplantı sonrası Bekir Yurdakul, Karahan Yılmaz, Leyla Işık ve ben bir süre söyleşiyoruz.
01 Eylül 2007'de buluşmak üzere ayılıyoruz.

Ayhan Altay