Skip to: Site menu | Main content

27 OCAK 2007 GÜNDEMİ

 

BEŞİNCİ YIL ÖZEL TOPLANTISI

 Yer  : Konak Belediyesi Kültür Merkezi                                 

Bütün Türkiye "dumansız" olsa!

"Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, derler.
5 yıldır, duman çıkarmadan
bunca ateş yakabilen dostlarımı kutluyorum..."
Altay Ömer Erdoğan

Bekir Yurdakul:
26 Ocak 2002'nin üstünden tamı tamına beş yıl geçmiş. Dile kolay: beş yıl. Çok tanımlayan, çok adlandıran oldu bizi. Biz de nice tanım ürettik kendimiz için. Ne ki bugünkü buluşmanın duyurusuna o tanımlardan en çok yakışanını yazdık: " İzmir'in Sesli Dergisi Dumansız Buluşmalar 5 Yaşında."Hayri Yetik yaptı bu tanımı, bir kez daha teşekkür ederiz.
Hoş geldiniz beşinci yılın özel buluşmasına.
Aramıza ilk kez gelen iki dostumuz var; onlar için minik bir açıklama yapalım:
"Yaşamı sanatla anlamlı bilen dostların arasındasınız. İki haftada bir, cumartesi 11.00; yineleniyor Dumansız Buluşmalar. Sigara yok, içki yok, parasal ilişki yok. Bir de kimseye, 'Gelin, katılın. Toplantı yerisi şurası...' türünden çağrı çıkarmıyoruz..."
Adımızın nerede geldiğine ilişkin çok kesin açıklamalar yok bende. Bu oluşumun kurcalayanlarından biri ozan dostum Yolcu idi. İlk iki toplantıdan sonra gelemedi. Arada sırada, ama belli bir düzene bağlayarak görüşebilsek, dedik. İyi de nerede? Nereye gitsek sigara/ duman var... Duman olmasa! Hidayet Karakuş muydu? "Sigara içilmesin o zaman, dumansız olsun buluşmalar..." dedi. Sonrası pek yok belleğimde... Sigarayı kapıda bırakıverdik kısacası, geldik bugüne...
Beş yıllık döneme ilişkin kimi satırbaşlarını aktarmalıyım: 85 buluşmayı geride bırakmışız bu sürede. İlk yıllar "evimiz" Karşıyaka Sanat Derneği Lokaliydi. Son yıllarda Alsancak Yakın Kitabevi'ne taşıdık "ev"'i. İzmir'de, Gaziemir ve Güzelbahçe dışında, anakentin tüm öteki ilçelerinde yapmışız toplantılarımızı. Anakent dışına da çıkmışız (Urla, Bergama), il dışına da (Manisa). Bergama'daki buluşmayı müzede yapınca şair (Fergun Özelli) "tefe" koymuş bizi: O buluşmanın izlenim yazısının başlığı " Şairi Müzeye Kaldırdılar" olmuş.
Boş da durmamışız bu beş yılda:
Bilgisunar (internet) ortamında bir sitemiz var artık: dumansizlar.org
Bir marşımız/ şarkımız var. Sözleri, Ali Gençli dostun; ezgi, Işıltan Uşaklıgil'in. İkisi de aramızdalar. Sözü onlara verelim. Şarkımızı dinleyelim. Öteki ayrıntılara sonra girelim.

Işıltan Uşaklıgil:
Sevgili Dumansız Dostlar,
Hoş geldiniz. Dumansızlar adlı şarkımızın sözlerini Ali Gençli yazdı. Makamı hicaz, usûlü Türk aksağı. 22 Şubat 2004’te besteledim. Önce sözleri, sevgili Ali'den dinleyelim.

Ali Gençli:

Bir soluktur Dumansızlar
Sevgilerle yaklaşılır
Bir araya gelir dostlar
Güzellikler paylaşılır

Üretirler, yaşatırlar
Paylaşarak çoğalırlar
Dumansızlar, Dumansızlar
İlmek ilmek örülünce
Yıllara sığmaz dostluklar
Dumansızlar, Dumansızlar

Yürekleri aydınlatan
Üretmektir, paylaşmaktır
Paylaşarak çoğalmaktır
Bunun adı yaşamaktır

Bekir Yurdakul:
Her buluşmada katılan dostların izlenimler yazdığı özel bir defterimiz var. 85 buluşmada 1846 not düşülmüş bu özel birlikteliğe ilişkin. Bu son sayı, buluşmalarımıza bugüne değin kaç kişinin geldiği, her buluşmaya ortalama katılımın kaç kişi olduğu konusunda da bir fikir veriyor bize.
Buluşma yerlerimize ilişkin de bir iki not ileterek sözü, sabırla sıra bekleyen dostlara bırakacağım. En çok kitabevlerinde buluşmuşuz (33 kez). Sanatevleri, kültür sanat merkezleri, lokaller, hastaneler, kafeler, eğitim merkezleri, öğretmenevleri, parklar (7 toplantımızı açık havada yaptık. Oralarda da sigara içilmedi.)... bir belediye meclis salonu, bir de müzede toplanmışız.
İzmir'in Barış Kitabı Barış Irmağı'na öncülük ettiğimizi de eklemeliyim. 360 imza yer aldı bu yapıtta ve Türkiye'nin Irak batağına burnunu sok(a)mayışında payımız olduğu kanısındayız.
Bana gelince, ben de sınıf başkanlığını yürütüyorum buluşmaların. Arada gelin siz yapın dedim, dinleyen olmadı. Ali ağabeyden istedim; hele gayret et bakalım, dedi...
Bugün gündemimizde yine hayat var: Hrant Dirk cinayeti, 301. Madde, azalan gülümsemelerimiz, çoğal(tıl)an hüzün ve acı var. Ve ilk söz Ahmet Günbaş'ın.

Ahmet Günbaş:
On beş günlük arınıyorum ben burada. Başka bir etkinlik, durum, iş buranın yerini tutmuyor. Bir bakıma toksin atma günleri Dumansızlar... Bugün için diyeceklerimi şöyle satırlara döktüm. Onu sunmak isterim.

"SAĞDUYU" VE "HOŞGÖRÜ"
İki sözcükten sıktım sıyrıldı giderayak: sağduyu ile hoşgörü'den. Ustaca bizi hizaya sokan iki sözcük bu! Evet evet, düşünüp taşınıp buna karar verdim. Kötü bir olay gerçekleştiğinde sağduyu çağrıları yapılır hemen. Açıkça zaman yitirmeden sığınmamız önerilir ona. En yüksek insani değerleri başat kılmak gibi işlev yüklenmesine karşın kazın ayağı öyle değildir aslında. Durup kendini gözden geçirmekle eşanlamlı sayılsa da hinoğluhin bir özellik yansır yapısından sağduyu hazretlerinin. "Tamam, kendini gözden geçir ama, geçerli olanı da unutma ha! Bak, sonrasına karışmam. Aklına basına topla!" gibi gizliden bir gözdağı verilir kişiye. Sonrasından kimse sorumlu değildir zaten. Sağduyu'nun bir karşılığı da 'aklıselim'dir. "Akla uygun, doğru, sağlıklı yargılar verme yetisi" şeklinde özetlenir kısaca. İyi de hangi akılla ölçülmelidir divaneliklerimiz? Doğru, neyin doğrusudur? Sağlıklı yargılar vermek hangi adalet duygusunun eseri olabilir? Bize sağduyuyla birlikte 'itidal'i (soğukkanlılık) önerenler, bilmezler mi ki -elimizden bir kaza çıksa da çıkmasa da- insan yaşamı inişlerle çıkışlarla, sözümona zikzaklarla doludur. Ardından uzunca bir 'bekle gör' sürecine girilir ki atı alan Üsküdar'ı geçer, her türlü kötülük yapanın yanına kâr kalır.
'Hoşgörü'yse açıktan açığa azınlığa seslenen bir kavramdır. Aba altından sopa gösteren hınzırlığı da cabası!.. Bazen söz ve kanaatleri açıklama hakkına sınır çizer, bazen de yaşam hakkına. Resmen kuşatılmıştır o minnacık topluluk. Çizmeyi aşmamak, bardağı taşırmamaktır bütün sorun. Milim aştığınızda hoşgörü moşgörü kalmaz; boyunuzun ölçüsünü alırsınız anında. Gücü kuvveti yerindedir hoşgörü sahibinin. Esneye gerine, palas pandıras yaşar tarihini. Dilediğinde çiğneyip geçer karsısındakini. Zerre kadar canı yanmaz. Öyle sorumluluk duygusuyla filan donatılmamıştır. Hesaba kitaba, diyete miyete aklı ermez.
Ben, çoktandır 'solduyu' sözcüğünü kullanıyorum 'sağduyu'ya karşı. En azından gittiğim yönü, bakış açımı belirlemesi açısından felsefi bir yönelim ve tazelik içinde olduğumu göstermek için böyle davranıyorum. Bu bir öfkeyse, evet, öfkemi nitelikle kılmaya çalışıyorum. Hoşgörü yerine de saygınlık sözcüğünü öneriyorum. Eğer sorun karşımızdakini insan yerine koymaksa, ona her yönüyle saygı göstermek zorundayız. Bunu olanca içtenliğimizle yapmalıyız. Hani illa ki "büyüklere saygı, çocuklara sevgi", denilen türden değil!... İşin arapsaçına dönüştüğü nokta burasıdır zaten: Sahi biz, neden çocuklara da saygı göstermiyoruz da bir başına sevgi göstermeyi (orası biraz da kuşkulu) yeterli görüyoruz? Sonra -ne yaparsak yapalım- tüm vurdumduymazlığımızla onların bize saygı göstermesini istiyoruz!.. İçinde saygı olmayan bir sevgi neye yarar ki? Hangi ilişkiyi onarır acaba? Kime yararı dokunur? Buna hakkımız olduğunu hiç sanmıyorum. Hem aykırı davranmak, deneyip yanılmak bireysel özgürlüğün alanları içine girmez mi üstelik? Sağduyuyla hoşgörüyle kütlelere egemenlik kurmayı taslayanlar, değişmezlik, kuralcılık çerçevesi içinde akıl hocalığına soyunanlar, basbayağı iktidar anlayışını savunmuyorlar mi? Onların suyunda gitmeyen karşıtlığın her adımını ciddi ciddi kıyamet alameti gibi izlenmiyorlar mi? En iyisi eteğimizdeki taşları gelişigüzel dökmektir ortaya. Çağıl çağıl düşünceleri gözaltı heveslilerden uzak tutup bizzat serpiştirip gözler önüne serivermek!.. "İşte, ben buyum!" diyebilmenin köklerine haz veren erdemine ulaşabilmek!.. Kimin hoş görüp kimin hoş görmediği umurumda değil gerisini! Nesimi'nin dediği gibi: "Nesimi’ye sormuşlar yarin ile hoş musun? Hoş olayım olmayayım, o yar benim kime ne?" Hem ben biraz şairim üzerinize afiyet! Enikonu soylu (!) bir azınlığın üyesiyim. Mutlak akılla, geçerli mantıkla, hazır değer yargılarıyla ne gibi ilişkim olabilir? Sağduyudan da hoşgörüden de olabildiğine uzak duracağım artık. Bana kalırsa, siz de öyle yapın. Kendinize gelin! Yoksa "Höt!" denince sürüye katılan tepkisizliğinizle kişiliğinize özgü tüm izlerinizi bir kalemde silip atın. Paramparça insanlığınızla, hoşgörülü mutluluğunuzla siftinip durun.

 

Zeki Büyüktanır:
Hrant Dink'in katledilmesi Anadolu mozaiğinin ortadan kaldırılmasına dönük bir beklentiyi de taşıyordu içinde. Ne ki cenazenin uğurlanışı bu heveslerin boşa çıkacağını bir kez daha gösterdi.

Bekir Yurdakul:
Dumansız Buluşmalar, kimi katılımcıları başka illere/ kentlere gidince oralarda da yapılmaya başlandı. Şimdilerde Muğla'da, salı akşamları bir araya geliyor dostlarımız. İzmir'de çalıştığı dönemde hep aramızda olan Mustafa Korkmaz Dinçer valimiz Muğla'ya atanınca Dumansızları oraya taşıdı.
Kimi özel katılımcılarımız oldu. Serçemiz var örneğin. Ortaya koyduğu çizgi ve bilgelik, Erdoğan Aytekin'e bu adı vermemizi doğurdu. Söz onun şimdi.

Erdoğan Aytekin:
Dumansızlara dört yıldır katılıyorum. Yadırgadım önceleri... Sonra, dikkatli bakınca her arkadaşımın omurgalı bir durum sergilediğini ve çalıştığını gördüm. Eh arada serçe kuşumun dediklerini de taşıyıverdim işte birlikteliğimize. Hep paylaşabilmek, bir arada olabilmek dileğiyle… Seçe kuşumun da minik bir öyküsü var, onu anlatayım bugün size.
Ben halkla ilişkiler alanında da epey emek verdim. Bu alanda çalıştığım yıllardaydı. Orada da serçe kuşum getiriyor haberi. Aynı yerde çalıştığımız bir kadın uzman var. Bir gün " Kuşunuzu görmek isterim." demesin mi? Baktım olmayacak, " Bir gece bizde kalman gerek..." dedim. Şaşırdı, toparlayamadı kendini, ne diyeceğini bilemedi, " Nasıl yani, siz evli değil misiniz?" deyiverdi.
301'e gelince; benzer maddeler Almanya, İngiltere, Hollanda, İspanya vb. ülkelerin anayasalarında da var. Bana göre 301 çağdaşlaştırılmalıdır. Her birimizin kökü/ kökeni ülkenin dört bir yanında yaşıyor. As'lolan insan olmakta buluşmak.

Bekir Yurdakul:
Şiirin ardında bir sabırlı koşu sürdüren Murat Küçükaydın ne der bakalım.

Murat Küçükaydın:
301'le geldiğimiz yer ilginç. Hrant Dink cinayetini anımsayınca koca devlet, küçücük bir çocuğun ardına sığınmış görünüyor.

Bekir Yurdakul:
Sevgili dostlar, aramızda bir de taşlama ustası var. Akbaba yıllarından bu yana taşlamayla dostluğunu hep korumuş bir dost. Mukadder Özakman. Yeni, günümüze ilişkin taşlamaları da vardır. Bakalım neler söyler.

Mukadder Özakman:
İlkgençlik çağlarının işleri arasında kızlar da vardı. Babam, seyyar zampara derdi bana; Bekir de beni seyyar şair yaptı. Biraz taşlayalım bakalım.

Ahmet Günbaş:
Bizler yakındayız, taş uzağa gitmez.

Mukadder Özakman:

Cep Telefonu Destanı

Alan almış cep telefon eline,
Dangıl dungul konuşuyor, cebi var!
Beyefendi sahip değil diline,
Bangır bangır bağırıyor, cebi var!

Her yer ona cep kapsama alanı,
Yanındaysan dinle artık olanı,
Ne küfrü kalıyor, ne yalanı,
Nışadırsız kalaylıyor, cebi var!

Çene çalmak gelenektir, aksatmaz,
Gece gündüz elindedir, bırakmaz,
Otobüse binse bile kapatmaz,
Saçmalıyor, zırvalıyor, cebi var!

İnsanlığı takmayan da, takan da,
Cep telefon kullanır her mekanda,
Toplum zaten yüzde altmış maganda,
Ivırıyor kıvırıyor, cebi var!

Cep yüzünden caddelerde, yollarda,
Kapkaççıyla başımız hep belada,
Popu cepten dinleyen var helada,
Ikınıyor sıkınıyor, cebi var!

Ortağın dert açtı ise bana ne,
Milyarların uçtu ise bana ne,
Karın evden kaçtı ise bana ne?
Tane tane anlatıyor, cebi var!

Tek eliyle direksiyon sallıyor,
Cep kulakta öndekini solluyor,
Sonra eşek cennetini boyluyor,
Anırıyor manırıyor, cebi var!

Uzar gider Cep Telefon Destanı,
Ey Mukadder, ceplileri sen tanı,
Kontür olsa kurtaracak vatanı,
Mangalda kül bırakmıyor, cebi var!

Bekir Yurdakul:
Dumansızların bir de kuyulara taş atanı var; birini olsun çıkaramadık bugüne kadar. Eh o desin, biz dinleyelim. Baştan demeliyim: Taş atmayacağının garantisi yok!

Fergun Özelli:
Hepimiz aynı şeyi düşünmüyoruz; ama hepimiz birbirimizi dinliyoruz. En temel özelliğimiz bu. Hep birlikte yarattık bu kültürü. Burada olmayı seviyorum. Keşke bütün Türkiye "burada" olsa! Keşke bütün Türkiye "dumansız" olsa!
Bir dünya haritası gösterdi bana yeğenim; uzaydan görünüşüydü dünyanın. İlginç; sınırlar, o kırmızı çizgiler yok! Devletler de yok! Aşağıya doğru indikçe ayrılık çoğalıyor. Oysa biz dünyaya çatışmaya değil, tanışmaya geldik. Yunus'un çığlığını gittikçe daha az insan duyuyor: " Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım..." Çocuklarımız ağaçların, kuşların, otların adını bilmez oldu... Bozulma, kirlenme artarak sürüyor. Belki bir teselli ama, biz burada birbirimize saygı duymayı öğrendik.
Bizi yok sayan, özgürlüğü ve eşitliği yok sayan hiçbir şeye artık hoşgörü göstermek istemiyorum. Bizim cumhuriyetimizi isteyelim artık. 
Gündeme gelince, İzmir'in sanat örgütlerinin temsilcileri olarak, gündemi söze yatıracağımız bir forum yapmayı, buradaki sabrı oraya taşıyıp birbirimizi dinlemeyi, hayatımızın kirlerinden arınmanın yeni ve daha iyi yollarını bulmayı istiyoruz. Ayrıntıları yakında duyuracağız.
Yıllar önce yazdığım iki dizeyle bitirmek istiyorum: " Pullarına aşık olduğum mektuplar/ Kıskanırım zarfınızı."

Bekir Yurdakul:
Bilgisunardaki sitemizi hazırlayan dostumuz Ayhan Altay, aklı burada, kendi İstanbul'da, son yapıtlarından birini " Ah İzmir’e bir kar yağsa"yı bizim için dökmüş kâğıda. Cebrail Sürücü'nün sesinden:

   İzmir'e kar yağsa

ah!.. İzmir'e bir kar yağsa
Sipil'e ya da Yamanlar'a değil
yaz kuşu martıların kanatlarına
körfez vapurunun güvertesindeki
yorgun gözlerime dolanan sevdalılara
ve
Konak alanında gösteri yapan
dostların pankartlarına yağsa.
beyaz berelerini giydirse palmiyelere
ayaklar altında sıkıştıkça gıcırdasa.

ah!.. bir de kar yağsa İzmir'e
öyle yılbaşı gecesinde falan değil
bir pazar sabahı aniden
kahvaltısını yarım bıraktırıp
sokaklarda dökse gençleri

belki  de sevinebilir
gecekondularda çocuklar

ah!.. kar yağsa bir de İzmir'e


Sözü Ayhan Altay'a düşürmüşken,"Dumansızlara nasıl katılabiliriz?" diye sordu bir arkadaşımız, onu da yanıtlayalım. Çok kolay: dumansizlar.org'yi tıklıyorsunuz. Karşınıza çıkacak sitede iletişim adreslerimiz var. Yaşamöykünüzü, bir fotoğrafınızı, yapıtlarınızdan bir örneği iletirseniz Ayhan Altay, gerekli işlemleri hemen tamamlar... Sözü yeniden müziğe bırakalım. Erdal Akgül bağlamasıyla geldi. Bakalım ne der/ ne söyler bizimi için...

Erdal Akgül:
Olup bitenler üzüyor beni. Bugünlere 20 yıldır susarak geldik. Bir önceki kuşağın büyük kabahati var bugünlere gelmemizde... Kendimizi, bizden sonraki kuşağı düşünelim. Bundan sonrasını konuşarak gidelim derim. Son gelişmelere/ yaşananlara bir gönderme olsun türkümüz, Sarı Gelin diyelim birlikte...

Bekir Yurdakul:
Serçemiz özelde. Onu dinledik. Bir de "mavi"miz var! Mavisel Yener. Şiirin her şeye iyi geldiğini onda da sınadık. Bir cumartesi buluşmaya geleceğine hastaneye gidince biz de boş durmadık; aramıza tez dönsün makamında bir defter dolaştırdık o günkü toplantıda. Hüseyin Yurttaş'ın o deftere yazdıkları belleğimde: " Mavisel/ Bu hastalığı da/ Yener" Toplantı bitince kucakladım defteri, doğru hastaneye. Yattığı yerde uzattım arkadaşların deftere doluşturdukları selamı... Hüzünle okudu. Asistan hekim, defterin üzerinden yarım saat geçmişti ki şeker ölçümünü yineledi. Şeker "normal" değerlerdeydi.
-Ne yediniz?
- Hiç!
- İlaç ne aldınız?
- Almadım.
Şeker nasıl normale döndü öyleyse? deyiverince hekim, yastık altından çıkıverdi defter:
- Şiir, dedi, Mavisel Yener.
- İnanırım, dedi doktor; şiir şekere de iyi gelir.
Sıra şiirle şekerini düzene sokan "mavi"de.

Mavisel Yener:
Kısacık bir notla başlayayım: Adımızın nerede konduğunu ayrıntılarıyla anımsamadığını söyledi ya anımsatacağım Bekir Yurdakul'a. Ama onu sonra söyleyeyim.

Ahmet Günbaş:
Şimdi söyle de ders olsun!

Mavisel Yener:
Anlattıklarının bir boyutu daha var, onun unuttuğu... Ne zaman buluşacaktık? Günün hangi saati? Haftanın uygun bir gününün akşamı, olmaz mı, dedi. " Akşama herkesin kafası dumanlı olur. Erken bir saat daha iyidir." dediğimizde " Dumansız olsun öyleyse..." dediğini unutuvermiş nedense. Öteki etkinliklerle çakışmamasının yolu da erken saate almaktan geçti. Adı oradan, saati buradan geldi. Öykümüz budur işte.
Buluşmalarımızın içeriğine gelince, yazık ki daha çok hüzünleri paylaştık. Mehmet Ali Atasoy, yaşasaydı, aramızda olurdu. Yolcular değişse de, bu yolculuk hep sürsün.
Bu sabah için yanıma Barış Irmağı'nı aldım kitaplığımdan. Bunu biz dört yıl önce yaptık; artık dünya aynı çığlığı atıyor! Böyle bir kitaba gerek yok diyebilseydik keşke.
Barış Irmağı'ndan Güngör Tekçe'nin bir şiirini seslendirmek istiyorum.

Uçak

Ağaçlar boy atıyor
Evler de öyle
Kat kat
Kuşlar da bulutlar da
Hepsinin gözü yukarda
Ama uçak en tepede
Kızıyor ötekilere
Sen dersin ya
"Herkes yerini bilsin"
İşte o yüzden herhalde
Bomba atıyor üzerlerine

Çocukları niye öldürüyorlar?
Daha büyümediler ki anne

Hrant Dink bir çocuk. O çocuk da öldü. Bilsen Başaran, bir şiirinde şöyle sesleniyor: " Bir insan sesine sığar mı bunca acı."

Bekir Yurdakul:
Sırayı yeniden türküye/ ezgiye verelim. Bakalım Şinasi Kula ne diyecek bize...

Şinasi Kula:
Benim de hayata dair söyleyeceklerim var. Ama bugün size bir türkü söyleyeceğim. Yalçın Benlican'dan bestelediğim bir türkü. İlkin şiiri dinleyelim kendi sesinden. Sonra da türküyü.

Yalçın Benlican:

Dantel Sokağı

Gökyüzü çizgidir çatıların arasında
Bir avuç yıldız, yarım dilim ay
Ve bir tutam bulut görünür
Yağmur bile zor sığar
İri taneli yağdığında
Dantel Sokağında en çok
İki kişi yürür.

Rivayet olunur ki
Bundan çok yıl evveli
Muallim Meftun beyle
Rum güzeli Heleni
Fesleğen kokulu İzmir akşamlarında
Bir cumbadan bir cumbaya
Uzatırmış ellerini
Dokunarak duyarlarmış
Karşı yüreğin ateşini.

Gün bitince Rahmi beyin evinde
Çilingir sofrası kurulurmuş
Santuri Ethem beyin şehnaz longası duyulurmuş
Sofadaki gramofondan
Ve Dantel Sokağının bebeleri her akşam
O sihirli nağmelerin ninnisiyle uyurmuş
Muhterem zevcesi Latife hanım
Kırk yıllık komşusu Bihter hanım
Ve diğerleriyle
Sulanıp süpürülmüş kapı önlerinde
Sohbet ederlermiş
Sıcak yazların gün bitimi saatlerinde
İmbat gezinirmiş
Bir uçtan bir uca
Dantel Sokağında.

Şimdi pencerelerde ne o aşina yüzler var
Ne de o canım çiçekler
Renk renk küpeliler, sardunyalar, ortancalar
Kaldıysa siyah beyaz resimlerde yüzler
Bir de evlerin duvarlarına sinen sesler
Meftun beyden, Heleni’den
Rahmi beyden, Latife ve Bihter hanımlardan

Taşları bile ihtiyarlatan zaman
Hışımla geçmiş Dantel Sokağından.

Bekir Yurdakul:
Söz şiirde. Kula'nın bu güzel ezgisinden sonra Altay Ömer Erdoğan'a kulak verelim dilerseniz.

Altay Ömer Erdoğan:
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, derler. 5 yıldır, duman çıkarmadan bunca ateş yakabilen dostlarımı kutluyorum.
Ülkede olup bitenlerin çok anlamı var. Bize dönük olanı şu: Geri çekilmemiz bekleniyor bizden. Bundan böyle ateşi kim yakıyorsa oradayım. Bugün Hrant'ım... Bugün Ermeni'yim!
Asıl büyük leke, toplumun üstüne düşmüş olandır. Suç, takım elbiseyle geziyor caddelerde.

Bekir Yurdakul:
Ne zamandır yoktu aramızda. 5. yıl için dedik, döndü geldi. Baha Önem...

Baha Önem:
İlk çetebaşılarındanım ben Dumansızların. Ara ara katılamadığım oluyor. Ama bunun kimseyle bir ilgisi yok. Bir yere ait/ hep bir yerde olamamaklığımla ilgili bir durum bu.
Önceki toplantılarda da böyle olurdu, bugün de böyle. Bekir yine sonlara bıraktı beni. Az konuşayım diye mi, as solist olduğumdan mı, çözemedim. Her neyse...
Son günlerin öne çıkan söylemine gelince: Ben ne Ermeni'yim, ne de başka bir şey... Türk doğdum, Türk öleceğim ben…

Bekir Yurdakul:
Aramızda her yerdekinden daha geniş soluklar aldığını bildiğimiz bir başka dosta verelim sırayı şimdi; Ali İşçimen'i dinleyelim...

Ali İşçimen:
Yüreğimi tarttım az önce; bir gram yitirmemişim...
Bekir, başkanlıktan söz etti az önce. Hele bir 30 yılı doldursun, sonra sıra benim.
Yaşamıma şu varlığınızla öyle bir giriyorsunuz ki... Vapurda, yanı başımdaki yolcu elindeki simidin yarısını uzattı. Alıp yedim, aklıma siz düştünüz... Biri sigara uzattı, iç ulan dedim; aklıma siz geldiniz...
Dumansızların bu yürek birliğini dumanlara katmayacağız. Var olun hepiniz.

Bekir Yurdakul:
Sevgili arkadaşlar, iki saati çoktan aştık. Ancak yine de sözlerine kulak vereceğimiz dostlarımız var aramızda... Hayri Yetik, desin istiyorum diyeceklerini...

Hayri K. Yetik:
Etnik kimliğim yok!
Bildiğim tek dil Türkçe. Ona da, bana bir şeyler vermişse, hakkını vermeye çalışıyorum.
İnsan doğduk, insan öleceğiz... Baha da öyle. Herkes için geçerli bu.
İnsanlar emeğe el koymayı öğrendiklerinde cennetlerini de yitirdiler. Ama bu durum, bir şeyleri de ateşledi...
Sınıflar, milliyetler, inançlar... Silahlar, kimlikler, savaş ve ölüm... Bütün bu icat edilmiş kimliklerin eli kanlıdır.
Şu ülkede/ şu koca dünyada bir avuç insanız. Kime kimseye değil, hepimiz birbirimize emanetiz.
İnsanlığımız her şeyin üstünde olmalı. İşte ancak o zaman yaratabiliriz.
İfade hakkı, yaşama hakkı kadar önemlidir...

Bekir Yurdakul:
Son sözü Dinçer Sezgin'e vermeden önce gelecek toplantıların yer ve tarihlerini duyurmak isterim: 10 Şubat ve 10 Mart'ta "ev"deyiz, Alsancak Yakın Kitabevi'ndeyiz. 24 Şubat'ta bir kez daha Buca'ya gidiyoruz. Buca Belediyesi Kültür Merkezi'nde olacağız. 10 Şubat buluşmamızda Belçim Sağnıç kardeşimiz flüt çalacak bize.

Dinçer Sezgin:
Bu 5 yılın bir de özeleştirisi olmalı. Merhabalar dışında ne kondu ortaya? Bunu da düşünelim bir... Bu toplantıları üretici kılalım dedim; hem de kaç kez. Buranın çok büyük bir güç olduğunu bilelim... Yol gösterici olmalı burası. Hepinizi kucaklıyorum.

Bekir Yurdakul:
Sevgili dostlar, 2 Şubat'ta Mevlüt Kaplan'ın 60. Sanat Yılı, bir gün sonra Zeki Büyüktanır'ın yeni kitabı Madımak Çığlığı'nın tanıtımı için bir arada olacağız.

Y.Bekir Yurdakul

 

DUMANSIZLARIN BEŞİNCİ YILI ÖZEL OTURUMU

Cebrail Sürücü

İzmir'in Sesli Edebiyat Dergisi olarak tanımlanan Dumansızlar'ın bu önemli günü 27 Ocak 2007 günü saat 11.oo'de Konak Belediyesi Alsancak Kültür Merkezi'nde başlayan etkinlikle kutlandı.

Dumansız buluşmaların 5. yıldönümü,yine sınıf başkanı Y.Bekir Yurdakul'un açılış ve bilgilendirme konuşması ile başladı. 5. yılda 85. buluşma olduğunu,1846 not tutulduğunu, toplantıların yedisi açık havada olmasına rağmen yine de sigara içirilmediğini anlattı. Dumansız buluşmaların en büyük etkinliğinin,'Barış ırmağ' adlı kitabın olduğunu anlattı. Buluşma Işıltan Uşaklıgıl'in Dumansızlar adlı marş ile sürdü. Daha sonra gündeme, 301. madde ve Hrant Dink'in katledilmesi ile devam edildi. Şair Ahmet Günbaş, Dumansız buluşmaların bir yerde toksin atma günleri olduğunu söyleyerek, 301. maddenin getirdiği şiddet ve linç kültürünü anlattı. Rakel Dink'in konuşmasının okullarda ders kitaplarına barış dersi olarak konulmasını önerdi... Cebrail Sürücü Ayhan Altay'ın "Ah.. İzmir'e bir kar yağsa ." Şiirini okudu. Şiirde geçen ,"Beyaz berelerini giydirse  palmiyeler" tümcesi  esprilere neden oldu. Zeki Büyüktanır, Bir sınıf arkadaşı ile olan anısını anlatarak, Hrant Dink'in katledilmesi ve cenaze törenine bakarak, Anadolu mozaiğinin  parçalanamadığını ve parçalanamayacağını anlattı...
Şair Murat Küçükaydın  301. maddenin toplumdan götürdüklerini anlatarak; ."Vurulacaklar listesi" adlı şiirini okudu.
Erdoğan Aytekin 'serçe kuşun' maceralarını anlatarak, 301. maddenin kaldırılması gerektiğini anlattı. "Aydının görevi; Şiddete ve savaşa karşı duruş sergilemektir" dedi. Taşlama ustası  Mukadder Özakman Okuduğu taşlamalarla büyük beğeni topladı. Şair  Fergun Özelli ise 'Dünyaya uzaydan bakış' adını verdiğim konuşmasında, Dünyaya çatışmaya değil,tanışmaya geldik diyerek, Düşünen insanları çoğaltan,bağrına basan bir Cumhuriyet özlediğini ifade etti.

Bağlama ile Sarı gelin parçası toplantıya renk kattı.

Mavisel yener, Dumansızların adının konuş öyküsünü anlattı. Şair M. Ali Atasoy'u andı. Hrant Dink'in katledilmesi ile ilgili görüşlerini anlattı. Ali İşçimen ise "Çirkin Tiyatrocu" adını koyduğum duygusal konuşmasını yaptı. Hayri Yitik ise, Etnik kimlikler  konusundaki görüşlerini açıklayarak, Ülkede ifade özgürlüğünün mutlaka olmasını dile getirdi. Dinçer Sezgin, Dumansız buluşmalarda, yaratıcı ve üreten insanların bulunduğunu belirterek, Hrant Dink konusunda bir forum düzenleneceğini iletti.  Toplantı "karlı kayın ormanın"'da parçası ile, 10 şubatta Yakın kitapevinde buluşmak üzere sona erdi.

5. kuruluş yıldönümü müzikli, söyleşili, şiirli, bol esprili olarak yaşandı.
27 Ocak 2007