Skip to: Site menu | Main content

BAHRİ KARADUMAN

e-posta: [email protected]

ÖZGEÇMİŞ


     1947 Taşköprü doğumlu. Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi’ni, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi.
     Ilgazların Ötesi Kastamonu dergisinin yazı işleri müdürlüğü görevinde bulundu. Taşköprü Lisesi, İzmir Eşrefpaşa Lisesi, Buca Eğitim Fakültesi, Özel Fatih Koleji, Özel Çamlaraltı Koleji ve Özel İzmir Amerikan Koleji’nde Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği yaptı.
     Şiirleri, denemeleri, eleştirileri ve kitap tanıtım yazıları Kıyı, İzmir İzmir, Çağdaş Türk Dili, Anadili, E Sanat-Edebiyat, Bireylikler, BatıSöz, Karşıyaka Karşıyaka, Afrodisyas Sanat, Kurşun Kalem, Cumhuriyet Kitap, Aydınlık Kitap ve Varlık dergilerinde yayımlandı.
     İzmir Piri Reis İlköğretim Okulu marşının sözlerini yazdı.
     2011-2012 yıllarında İzmir Şenocak Yayınları’nın editörlüğünü yaptı ve pek çok kitabı yayıma hazırladı.  
     Evli, iki çocuk, üç torun sahibi. Emeklilik yaşamını yazarlıkla sürdürüyor.

Yapıtları

BİR YAZISI

"KAYIP  İKLİMLER"DE  HÜSEYİN  YURTTAŞ'IN  ŞİİR  EVRENİ

      "Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz." demiş Sait Faik Abasıyanık. Usta ozan Hüseyin Yurttaş  da o "günün biri" gelmeden  son yapıtı Kayıp İklimler'le "körpe kır çiçekleri"nin çığlığını sunuyor okura. Yağmur çiselediğinde toprağın toprak gibi kokmadığı, böceklerin gün ışığına kanat açmadığı, "demirin pasını, bacanın isini" yaşamak zorunda bırakıldığımız güvenden uzak bu dünyada "çöle sür deveni ey bedevi / yakında o da kalmayacak" diyecek denli kırgın, uyarıcı.  "Çığrından çıkmış çağ dönümlerinde" tarihinden çözülerek geçtiği coğrafyayı, toplumcu ozan kimliğiyle irdeliyor ve soruyor: "Bin bilinmeyen buluşuyor tek problemde / ya daha ötesi, ya daha ötesi"
     Kayıp İklimler(*), altı bölümden oluşan bir yapıt: Sevdalı Çağrı, Çocukça Sorular, Kayıp İklimler, Taş Avlu Esintileri, İç Sızıları ve Mavi Kan.  İlk bölümde aşk ve özlem temalarını şiirleştiriyor ozan. Bin bir acıyla geçiyor zaman. Güz sinsice sokuluyor. Yapraklar dökülmekte. Oysa yürek genç, yaşlanmıyor; hâlâ titriyor. "Son kareye daha çok var." Güneşten kaçırmalı sevgili gözlerini. Gölgeler sıçramamalı yüzüne. Kirpikleri uzanmalı ufuklara, "o günleri" anımsamalı, gülümsemeli. Mahzun yaprakların kınası bulaşmalı ellerine. Demlenmeli ozan; toprak gibi iç çeke çeke. Oynanmayan, yaşanan sevdalarda savrulmalı. Şiir kıldığı aşkı söylenceye dönüşmeli; çünkü dilin sürçmediği sözdür sevgi. Kumsala yürünmeli akşamlarda. "Arkada hep bir deniz / hep bir deniz"
     İkinci bölüm Çocukça Sorular'da siyasal ve toplumsal eleştirilerini, "yorgun kış güneşinin ışıkları altında / içedönük, yalın, tertemiz hüzünleri" dile getiriyor Yurttaş. O hâlâ eski evlerde, içinde "sevecen sözcüklerin buğusu"yla eski kasabalarda, eski şehirlerde, sıcak akşam sofralarındadır. Alışamamıştır sonraki sokaklara, caddelere. Eski hüzünlerin bile arandığı günlerdedir şimdi. Karanlık basmıştır her yanı. Maraş, Çorum, Sivas yaşanmıştır. Yeni zamanlar çağdaş mekânlarda cmuk cmuk öpülmüştür insanlar. "Öç almak şiire sığar mı?" diye düşünür. Yunus Emre nasıl en çok yiğit iken ölenlere üzülürse Hüseyin Yurttaş da çocukların öldürülüşüne üzülür. Katlanamaz bu dünya gerçeğine; dayanamaz bu kötülüğe. "Tabanca bomba saldırı suikast / en çok da çocuklar öldürülüyor" diye evrensel acıyı vurgular. Son soru kanını dondurur okurun: "Ölen çocukların yerine mi doğurdun bizi anne?"
     Taş Avlu Esintileri, anılar demetinden sunulan, geri gelmeyeceğini bildiğimiz o güzel günlerin ipek işi gibi işlendiği şiirlerden oluşuyor. Bunlar sımsıcak ilişkilerin, dupduru yaşam sevinçlerinin içe işleyen şiirleri. Güz yağmurlarının bol bol yağdığı, kuru ot, saman ve toprak kokularının üzerimize sindiği, taşlıklarda türkülerin gezindiği dönemdir o günler. "Kapı önünde teyzeler / kahve önünde amcalar" selamsız geçenin gölgesiz kaldığı günler. Yokluğun, yoksulluğun, hüznün paylaşıldığı erdemli günler. Ozanın dünyası suyun dibindeki çakıl kadar parıltılı, aydınlıktır. Dupdurudur sevinçler. "Rüzgâr karşılar seni / denize açılan sokakta / ince ince gülümser / gül oya pencereler"
İç Sızıları'nda Üç Ege Ağıdı öne çıkıyor. Cuma namazına inen yiğidin pusuya düşürülüşü, Gediz boyunda Adil'in vuruluşu ve denizlerin yuttuğu Balıkçı Musa'nın yürek burkan ölümü, halk ezgileri gücünde yalın, çarpıcı, etkili bir anlatımla şiirleşiyor. Keleşoğlu Mustafa Ağıdı, Çanakkale üzerine yazılmış en dokunaklı şiirlerden biri. Şehitliği gezen torunun şehit dedesine örselenmiş, incinmiş bir yürekle seslenişi: "dedem benim / şehidim, gencölenim / bilirim / ölümün ölümsüzlüğündür / şimdi üzerinde nankör, unutkan gölgeler / utanırım yaşamaktan / yanar içim / kahırla kavrulur bedenim"
     Son bölüm Mavi Kan'da çıkar ilişkilerinin her şeyin önüne geçtiği günümüzde, teknolojinin robotlaştırdığı insanın dramı vurgulanıyor. Son mektupları postacılar tarihe taşımaktadır. Defterler kapanmıştır. Artık "hokkalar hokkabazların elinde"dir. "Bir tuşla / önünde dünya / iki satırlık içtenlik mi arıyorsun / boşuna!" der Yurttaş. Her yanda kimliksizlik, yalnızlık, "çete çet sanal sevgiler." 
     "Fay kırığı, yakamoz parıltısı" tamlamalarını bir yana bırakırsak, dili özenle kullanan çok yetkin bir ozan Hüseyin Yurttaş. "tomuran sevinç, yağmur geçiği, tarazlanan saç, düşlerin tülü, yalıncak sevgi, koygun ağıtlar, kayraklarda günışığı" örneklerinde görüldüğü gibi özel bir şiir dili var. Sözcükleri ve söz öbeklerini kullanırken yalnız anlamı değil, sözlerin çağrışım güçlerini ve ses özelliklerini de çok iyi değerlendiriyor. Bu nedenle her okuyuşta yeni anlam katmanlarına ulaşıyor, düşünüyor ve  "şiir en etkili sanat" diyorsunuz. Bilineni yineleyen bir ozan değil Yurttaş. Dinamik bir öngörüsü var. Sanatına saygılı. Tarih bilinciyle günü sorguluyor. Sanırım şiirin bireyi etkileyen yaptırım gücü olmalı, diye düşünüyor.
     Çocuk, çocuklukta yaşananlar, çocuğa bakış, halkın günlük kaygıları, dostluk, paylaşım çok önemli ozanda. İnsan olabilmenin temeli o ilk yıllarımızda oluşuyor. Yaşam ve ülke gerçeklerine bir çocuk içtenliğiyle bakabilmek, içimizdeki çocuğu yitirmemekle ve halktan kopmamakla olası.      Hüseyin Yurttaş, bu düşünceyle birçok şiirinde,  yetişme yıllarında özümsediği halk deyimlerinden, Halk edebiyatından ve Tasavvuf şiirinden yararlanıyor. "Kısır kasıklarda sızı / soy soylamadı / boy boylamadı / türler tükendi / ıssızlığa büründü avlaklar" , "defterler dürülür hesap görülür", "taş duvarın önünde / siyah-beyaz çocuklar / gözlerinde gölge / ne hırka / ne lokma" v.b dizeler, bu etkilerin izlerini taşıyor.

          Söz ve anlam sanatlarını da başarıyla kullanıyor Yurttaş. "Suyun ısınıyor insanım / ısınıyor suyun" tevriye'nin; "özlerim, gitme / gidişin gözyaşı" sehl-i mümteni'nin; "çağdan çağa yürüdük / ine bine, ine bine" tezat'ın; "ay kızlar / aykırı kızlar / ne hıdır ne ilyas / gelince hıdrellez bir başka yeşerir / çitlembiğin dalları" telmih'in, "tütmüyor tütünüm" aliterasyon ve asonans'ın güzel örnekleri. Doğaldır ki ozan bunları sanat olsun diye şiirine katmamış; ama bu söyleyişlerin şiirine güç verdiği de yadsınılmaz bir gerçek.
     Sözün özü, Kayıp İklimler, her şiir sevdalısının kitaplığında bulunması gereken, önemli bir yapıt. Ozan, ustalık sorumluluğunun bilinciyle toplumsalı bireyselle iç içe veren, eleştiri yönü ağır basan, "iletisi" olan bu kitabıyla "Şiir, her zaman şiir" diyor. Son söz yine Yurttaş'ın: "Kendi masalını yazıp oynayan / acemi oyuncu /  dünya seni bekliyor / aç kapını /kapının önünde günışığı."

(*) Kayıp İklimler, Sel Yayıncılık, Aralık 2007, İstanbul

     (Bu yazı Ağustos 2009 Varlık dergisinde yayımlandı)