|
YALAMA ADLAR
Yıllar önceydi. Sinop’un Bektaşağa Köyünden kuzeye doğru sürmekteyim yirmi yıllık emektar arabamı. Güzün tüm renklerini taşıyan gürgen ağaçlarının arasındaki yola yeni taş doldurulmuş. Tangur tungur gitmekteyiz. Demek ki yakında ince malzeme dökülecek ve yol belki de asfaltlanacak.
Yine de kırk yıl önce bir çok kez yürüyerek geçtiğim bu yolu bırakmayı düşünmeden ilerlemekteyim. O yıllarda tek seçenek olan bu yoldu. Şimdilerde Sarıkum dolayından geçen ve sözde koruma alanının ortasından hançerleyen o yol yoktu. Oralarda yılkı atları kovalamaktaydı sisler arasındaki gölgeleri. |
Neyse biz dönelim eski ve taşlı yolumuza. Saatteki hızımız 15 km bile olmadan ama “al gözüm seyreyle doğa” diyerek ilerliyoruz. Sağda bir yol ayrılıyor. Patikayla kağnı yolu arası bir yol. Yolun kavşağında kol kalınlığı bir buçuk metrelik bir direk ve üzerine eğreti çakılmış bir tahta parçasında yazılı mahallenin adı: UFACIKAĞAÇ MAHALLESİ.
Durduk. Bir levhaya baktık, bir doğaya, bir de ada. Bilmem ki dünyanın bir başka yerinde birbirlerine bu kadar yakışan bir üçleme olmuş mudur?
* * *
Yalıçölü’nü bilir misiniz? Nerden bileceksiniz. Şimdilerde Yalıçölü’nden birçok kez geçenler bile bilemiyor geçtiği yerin adını. Yalıçölü; Sinop’ta havaalanının doğusunda kalan o görkemli kumsalın adıdır. O sarı kumların kapladığı alanın genişliğinden dolayı verilmiştir bu ad. Yalıçölü’nün bitiminden birkaç yüz metre sonra Akliman koyuna ulaşırsınız. Siz ne derseniz bilmem ama şimdilerde çok yanlış olarak Yalıçölü’ne de Akliman dendiğini biliyorum.
* * *
Aklimanı geçtiniz. Ağaçlar arasında bir mavilik çıkar önünüze. Önce göl sanırsınız bu maviliği. Oysa değildir. O bir ülkemizde bir eşi, bir benzeri daha olmayan Hamsaroz fiyordudur. Haritalara bakmayın boşuna göremezsiniz “HAMSAROZ”u. O maviliğin bulunduğu yerde bir uyduruk ad yazar. “hamsilos.” Hangi hamsi kafalının aklından çıkmıştır bu uydurukça. Hangi geri zekalı yöneticinin dayatmasıdır bu hamsiden bozma ad. Bilemem.
* * *
Ben Erfelek’te doğdum. Köylerinin çok azını görmüşümdür ama tümünün adlarını ezberlemişimdir.
Kırk beş yılı aşkın bir süredir yıldan yıla, bazen de birkaç yıl arayla giderim çocukluğumun anılarının bulunduğu o yeşile hapsolmuş kasabaya. Ara sıra daha önce hiç duymadığım yerleşim adları duyar oldum. Yerleşim diyorum çünkü bizim oralarda biraz değişiktir yerleşim birimleri. Bir köyün nerde başladığını, nerede bittiğini bilemezsiniz. Bu dağınıklığın getirdiği zorunlu adlandırma da cabası. Birbirine görece yakın evler topluluğuna mahalle yerine köy denir. Aynı muhtarlık sınırlarında olan bu dağınık birimler topluluğuna ise DİVAN. Kısaca; köyüm adı DİVAN, mahallenin adı; KÖY’dür.
İşte daha önce duymadığım yerleşim adlarını ilk duyduğumda yeni oluşmuş köy (mahalle) midir diye düşünürdüm. Oysa değilmiş. Köylerin adlarıyla da oynamış kendini bilmezler. Örneğin; o güzelim DOĞANYUVASI, oluvermiş AYDINLAR. Hay aydınlar kadar başınıza taş düşe de altında ezilesiniz. Hiç “Aydınlar” diye köy adı olur mu? Adların ortaya çıkışının yasasına aykırı bu. Orada bulunan bir Doğan kuşunun yuvasından esinlenerek betimlenmiş o doğal “ DOĞANYUVASI” kimin neresine battı acaba?
İşte Erfelek’te değişen köy adları.
Karabağ olmuş Başaran.
Şıhlı olmuş Güven
Salur olmuş Kirazlık
Şamı olmuş Tatlıca
Kusuri olmuş Yeniçam
Sakarabaşı olmuş Gökçebel.
Değişen köy adları değil. Değişen bu yerlerin kimlikleri. Daha doğrusu kimliksizleştirilmiş bu köyler. Başaran, Güven, Kirazlık, Tatlıca, Yeniçam, Gökçebel’i çarpalım değiştirenlerin suratlarına.
Ben anılarımın bulunduğu Karabağ’ı isterim. Salur, Şamı tatlı bir bahar yelidir bana. Şıhlı’dan Deli Cemal’le anısı olmayan kaç yaşlı vardır? Kusuri’de köy ilkokulunun lojmanından kaçan kedimizi ararım elli yılı aşkın süredir. Ve kış sabahları kar düşmüş mü diye ilk baktığım yerdir Sakarabaşı, zaten adını da önce onun tepesine düşen kardan almıştır.
Paylas