BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN
Bugün Sabahattin Ali’nin yüzüncü yaş günü. Önümüzdeki yıl ise öldürülüşünün 60. yılı olacak.
Sabahattin Ali’yi tanışmam 1970’li yılların başlarıdır. (Öldürülüşünden yaklaşık 20 yıl sonra) İlk okuduğum kitabı “KAĞNI SES”. “Ses” öyküsünü okuduğumda sözcüğün tam anlamıyla çarpılmıştım. O günden önce ve sonra okuduğum binlerce kitap ve on binlerce öykü- roman arasında beni böylesine etkileyen başka bir yapıt olmamıştır.
“Ses”i okuduktan sonra Sabahattin Ali benim ilk tercihim oldu. Kuyucaklı Yusuf, Değirmen Dağlar ve Rüzgar, Yeni Dünya ve diğerleri…
Sabahattin Ali, bir şiirinde Atatürk’e hakaret ettiği savıyla 1932 yılında hapse atılır. Bir yıllık cezasını Konya ve Sinop cezaevlerinde çeker. Sinop cezaevi unutulmaz öyküler ve ünlü “Aldırma Gönül aldırma” şiiri gibi şiirlerine esin kaynağı olur.
Çıktığında artık memuriyeti elinden alınmıştır. Geçimini sağlamak için kamyon şoförlüğünün de arasında bulunduğu bir çok iş yapar.
O yıllar ABD’nin ünlü Marşal yardımının kabul edildiği, ülkenin yeniden borçlandırılmaya, yani bağımlılaştırılmaya başladığı yıllardır. Çocukların tekerlemelerine “Amerika Kardeş”in sokulduğu zamanlar. Buna karşı olan herkes ise Komünist’tir. Tabii, Sabahattin Ali de…
Sabahattin Ali’nin çevresindeki çember daralmaktadır. ABD karşıtı olmak artık ölüm nedenidir. Sonuçta, 1 Nisan 1948 tarihinde yurt dışına kaçma girişimi sırasında öldürülür, cesedi öldürülüşünden iki buçuk ay sonra (16 Haziran 1948) bulunur.
Bundan sonrası bir komedidir. Bir katil üretilir. Cinayeti milli hisleri nedeniyle işlediğini söyler. Dört yıl hapse mahkum edilir. İsteğinde dışarı çıkabildiği bir yıllık hapis sürecinden sonra afla salıverilir.
* * * * * * * *
Osmanlıdan buyana, muhalifleri ortadan kaldırma politikamız bugüne dek sürer.
1955 yılında bir Türk ajanı Atatürk’ün Selanik doğduğu evin bahçesine tahrip gücü az olan bir bomba atar. Haber Türkiye’de “Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldı” diye duyurulur. Özellikle İzmit’ten kamyonlarla getirilmiş insanlara İstanbul’dan da katılım olur ve bir toplu linç eylemi başlar. Sonuçta; 14 kişi öldürülür, 4348 Ruma ait işyeri, 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika, 73 kilise, ve mezarlıklar ile 100’den fazla ev tahrip edilir. Olay sonu İstanbul’daki azınlık yurttaşlarımızın çok büyük bir bölümü yurdu terk eder. Sorumlumlar mı? Güldürmeyin adamı.
* * * * * * *
Yıl 1970. İstanbul Kültür Sarayı yakılır. Aynı süreçte bazı gemilere sabotaj düzenlenir. 12 Mart sürecinde ise bu olayların sorumlusu olarak Devrimci Gençler mahkemelere verilir. Daha sonra ortaya çıkar ki bu olaylarla Devrimci Gençlerin bir ilgisi yoktur. Bunlar 12 Mart’a gerekçe olabilsin diye 12 Martçılarca yaptırılmıştır.
* * * * * *
12 Eylül paşalarının söyledikleri “ İhtilali (siz darbe anlayın) daha erken yapamazdık. Olgunlaşması gerekiyordu” sözlerinin altında, darbe öncesi olaylarda ne kadar parmakları olduğu ne yazık ki hala olay bazında belirlenebilmiş değil. Doğrusu önceki kışkırtmalarındaki acemilikleri bu kez pek yapmadılar.
* * * * *
Yukarıdaki dizin, bizim yazılı olmayan tarihimizin bir bölümü. Bu tarih sürüyor. Susurluktan, Şemdinli’ye oradan Hrant Dink’in öldürülmesine kadar gelinen olaylar dizini aynı sürecin parçaları…
Şaşkınlıkları ise; ABD’ini Irak’taki şaşkınlığına benziyor. ABD Irak’ta kendisinin güllerle karşılanacağını umuyordu. Silahlarla karşılandı. Bizimkiler ise histerik bir toplumsal destek bekliyorlardı, çalışma gününde yüz binlerin tepkisiyle karşılaştılar.
Tünelin ucunda ışık görünüyor. Oraya ulaşabilecek miyiz, diye bir kuşkum yok. Kuşkum ben görebilir miyim?
Umarım siz görebilirsiniz.