UMUTSUZLUK BİZE YAKIŞMAZ
Bugün 23 Temmuz. Seçimler dün yapıldı. Sonuçlar ortada. Bundan tam bir ay önce 23 Haziran günü yayınlanan “mazot kaç lira olsun?” başlıklı yazımdan bir bölümü aşağıya alıyorum:
“Bizim yapımız edilgen mücadele tarzı diye tanımlanabilir. Askeri muhtıra yada darbeleri alkışlarız da süreçten çıkınca sonuçlarını edilgen yöntemlerle yok ederiz.
1960’tan bu yana tüm müdahalelerin sonrasında, karşı tarafı desteklemişizdir. 1960 sonrası Adalet Partisini, 1970 sonrası “muhtıra bana karşı diyen” Ecevit’i, iktidar yapmışız. 1980’de Kenan Evren ve arkadaşlarının kurduğu düzenin iki partisi çoktan tarihe karıştı. Necdet Calp ve Turgut Sunalp’ın partilerinin adlarını bile anımsamıyoruz. Kalan tek parti Anavatan Partisi, onun da artık var olduğunu söylemek bile güç. Tabelasının inmesi ise zaman meselesi. 28 Şubat’ın muhatapları ise AKP olarak daha da büyük bir güçle geri geldiler.
Şimdi takkemizi önümüze koyup biraz düşünelim. 27 nisan e-muhtırası ve daha sonra yapılan açıklamanın muhatapları ne olur? Savunucuları ne olur? Daha süreçten çıkmadığımız için bu seçimler aldatıcı olabilir. Muhtıranın ağırlığının kalktığı andan sonra yapılacak seçimlerin sonuçlarını doğrusu merakla bekleyeceğim.”
Ben bunları yazdığımda ülkemiz “Cumhuriyet Mitingleri”nin etkisinde salınıyordu. Burada göremediğim tek şey bir ay içinde muhtıranın ağırlığının kalkabileceğidir.
Siz bu yazıyı okuduğunuzda Deniz Baykal, Rodos’a doğru yüzmeye başlamış olur mu bilmiyorum ama Türkiye büyük ölçüde onun yanlış politik duruşu nedeniyle hayli tehlikeli sularda yüzmeyi sürdürecek.
Halka yaslanmayan, halka hiçbir söyleyecek sözü olmayanların %20 oy alabilmiş olmaları bile büyük başarıdır. Bu nedenle ben Deniz Baykal’ın gerçek anlamda siyasetten çekileceğini hiç sanmam. O, -tanrı geçinden versin- kendi isteğine kalırsa ancak ölümüyle bırakır o muhteşem kuledeki koltuğunu.
Bu seçim sonuçları asla solun yenilgisi değildir. Çünkü CHP sol değildir. Sol doğası gereği devletin hegemonyasına karşı, bir özgürlük mücadelesini içerisinde barındırır. Bunun nasıl yapılacağını 12 eylül öncesi gördük. Bugün ise Chavez’de ve diğer Güney Amerika ülkelerinde görüyoruz. Chavez iki kez askeri darbeyi bertaraf ederek yerini korumuştur. Bunu da halkıyla birlikte yapmıştır. En büyük destekçileri ise emekçilerdir.
Sol, militarizmi arkasına alarak alana çıkmaz.
Sol, yapacağı savaşımda işveren sendikalarını yanına çağırmaz.
Sol, muhalefette iken bile emekçileri örgütler, onlara yeni daha iyi bir yaşam biçimini sunar. Yoksullukla savaşımını iktidar olmasına bırakmaz.
Sol, özgürlüklerden yanadır. 301 lere tümüyle karşı çıkar.
Sol, barış demektir. İşgal senaryoları yazmaz.
Bu özelliklerden hiçbirini taşımayan CHP sol değildir.
Öyleyse ne yapılmalıdır?
Bu soru hepimizin yanıt araması gereken yakıcı bir sorudur. Tek ve mutlak bir yanıtı da yoktur.
Yapılmaması gereken ise bellidir.
CHP’yi sol olarak tanımlamaktan derhal vazgeçilmelidir.
Sayın Deniz Baykal’ın istifası ile uğraşmak abesle iştigaldir. İstifa etmesi, yeni bir düş kırıklığına kadar oyalanmadan başka bir işe yaramaz. Çözümü geciktirir.
Çözüm halka bütünleşebilen, daha muhalefette iken yeni bir yaşamın olduğunu eylemli olarak gösterebilmekten geçer.
Yeni duruma uygun bir program ve örgüt gereklidir. Bunun yapılanması asla üst düzeydeki birilerinin bir araya gelerek, yeni bir parti oluşturması anlamına gelmez.
Bu yapı yeni bir partiyi doğuracak ama partinin çok daha üzerinde bir yapı olmalıdır.
AKP yalnızca KİT’leri değil, KİT özelinde ülkenin geleceğini satarak bu noktaya gelmiştir. Önümüzde işin içinden çıkılmasını daha da güçleştirecek uygulamalar yapacaktır. Savaşımın AKP’ye karşı değil “EMPERYALİZME KARŞI” olduğunu bilerek savaşmak gerekecektir.
Bu nedenlerle ülkenin sola gereksinimi her gün daha da artacaktır.
Yoksulluğun tek ilacı vardır. O da soldur.
Umutsuzluk bize yakışmaz.
NOT: Solun oluşması konusunda, tünelin ucunu meclise taşıyan Ufuk Uras’a çok iş düşecektir.