ZORAKİ YALANCILIK
Ülke gündemi Zafer Üskül’ün açıklamasıyla değişti. Bazıları mal bulmuş mağribi gibi yapıştılar açıklamaya. O anlı şanlı çok satan gazetelerin sütunlarında yazanlardan bazıları incir çekirdeğini doldurmayan yazılarını, büyük sözlermiş gibi sıralamaktalar.
Üskül’ün açıklamasının özeti şu: “Anayasa belirli bir ideolojinin anayasası olmamalı. Bu bağlamda Atatürk ilkeleri gibi kavramlara yer verilmemelidir.”
Burada yaygara “Atatürkçülük” üzerinden koparılmak isteniyor. Bilimsel bir yaklaşım gösterenler oldukça az.
Niyetim öncelikle şu Atatürk ilkelerinin bugünkü durumunu saptamak.
Milliyetçilik: Bazıları buna -Atatürk Milliyetçiliği, bazıları ulusçuluk diyor.- Oysa özgün durumunda yalın olarak “Milliyetçilik” olarak yer alıyor. Ben bu gazetenin sütunlarında milliyetçilik hakkında çok yazdım. -Bunu bir kenara bırakalım.- Günümüzde en geçerli olan ilke bu. Benim gibi bazı azınlıkta kalanların dışında, büyük çoğunluğun benimsemiş göründüğü bu ilke bile yaşamda karşılığı az kalmış bir olgu. Ülkeyi kapitalizmin gelişkin vahşi biçimi olan emperyalizme açanlar nasıl milliyetçi olurlar, anlayamam.
Laiklik: Üzerinde en çok gürültü koparılan kavram bu. Görünüşte herkes laiklikten yana ama her birinin laiklik anlayışı değişik. Bana sorsanız; “Ramazanda oruç tutmuyor diye insanların öldürüldüğü bir ülkede laiklikten söz edilemez” derim.
Yine de laiklik ilkesi günümüzde korunması gereken yaşamsal bir ilkedir ama özgürlükleri de içermelidir. Zaten Laiklik ilkesi, anayasanın değiştirilemez maddesinde güvence altındadır.
Cumhuriyetçilik: Herkesin kafasında ayrı bir cumhuriyet modeli olsa dabu konuda karşı düşüncede olan kimse yok. Ayrıca bu ilke de değiştirilemez anayasa maddesidir.
Halkçılık: Halkçılık ilkesi sosyalizmden esinlenerek alınmıştır. Anayasanın değiştirilemez maddesindeki “sosyal devlet” karşılığıdır. Devlet uygulamalarının toplumun geniş kesimlerinin çıkarını gözetmesini içerir. Ekonomideki karşılığı ise “Karma ekonomi”dir. 1946 da terk edilmeye başlanan bu ilke, özellikle 24 Ocak 1980’den günümüze yapılan uygulamalardan sonra tümüyle yok edilmiştir.
Devletçilik: Toplumculuğu içeren bu ilke, devletin tüm varlıklarının özelleştirme adı altında talan edildiği ortamda adı bile anılmayan bir ilke olmuştur.
Devrimcilik: Bu zaten 1938’den bu yana tu kaka olan bir ilkedir. 69 yıldır toplumsal hiçbir dönüşümü gerçekleştirmemiş bir ülkede devrimcilikten söz edilemez. Özellikle 1946’dan sonra karşı devrimcilik bu ilkenin yerini almıştır. Bazı dönemlerde ise adı bile suç sayılmıştır.
Şimdi tüm bunlardan sonra neyi tartışacağız. Uygulamada olmayan sanal ilkeleri mi?
Siyasal partiler toplumsal sınıfların örgütleridir. Bu nedenle de ayrı ayrı ideolojileri vardır. Hem çok partili bir sistemden yana olacağız hem de tüm siyasal partilerin tek bir ideolojisi olacak demek, demokrasiyi hiç anlamamış olmayı içerir.
Hem ayrı siyasal partilerin varlığını benimseyeceğiz. Onların ayrı ayrı olan ve de çoğu zaman birbirleriyle karşıtlıklar içeren tüzüklerini onaylayacağız. Onları bu tüzük ve programlarıyla seçime sokacağız hem de seçilen milletvekillerine inanmadıkları, programlarıyla karşı olduklarını açıkladıkları ilkelere bağlı kalacaklarına yemin ettireceğiz.
Serbest piyasa ekonomisi adını verdikleri talan düzenine inanan ve meclisin neredeyse tümüne yakınını oluşturan milletvekilleri halkçılık, devletçilik ve devrimcilik ilkelerine bağlı kalacaklarına yemin edecekler.
Yine, milliyetçiliğe karşı duran Ufuk Uras; milliyetçilik ilkesine bağlı kalacağına yemin edecek.
Varlıklarını herkesin bildiği şeriat özlemcisi milletvekilleri ise laklik ilkesine bağlı kalacaklarına yemin edecekler.
Kusura bakmayın ama; bu, yalan yemin olmayacak mı? Bu yalan yemini sürdürmenin ne yararı olacağını ben anlayamadım. Anlayan biri artık Beyaz’ın “Biri Bana Anlatsın” programında mı olur, yoksa Tuncay Özkan’ın televizyonunda mı olur anlatsa da biz de öğrensek.