YARIN KURTARMAK
Bugünkü konumu Anayasa değişikliğine ilişkin halk oylaması olarak seçmiştim. Yine de o konuya değineceğim ama önceliği gelen haberler aldı.
Ülke kan gölüne dönüyor. Sonucu bilinmez geleceğe doğru hızla kaymaktayız. Doğrusu neyin; kimler tarafından, ne için yapıldığını anlamakta zorlanıyoruz.
Bu ortamda yönetenlerin birincil görevi akan kanın durdurulması olmalıydı.
Oysa bu konu yalnızca askere devredilmiş görülmektedir.
Günde onlarca kişinin öldürüldüğü bir ülkede ne ekmek konuşulur ne de demokrasi. Çünkü insan yaşamı her şeyin üstündedir.
Gözü yaşlı analar konuşturuluyor televizyonlarda. Onlar, acılarının yanıklığı ile konuşuyorlar.
Bir de oğulları askerde olan, ya da askerlik çağına giren analara sorsalar. Siz ne dersiniz diye?
Onların pır pır eden yürekleri ile sabahlara kadar uyku tutmayan gözlerini duysalar.
Elbette ki acıların tazeliği ile sokaklara dökülenler olacaktır. Ama yarının güzel günlerini kuranlar intikam ateşiyle yananlar olmayacaktır.
Kanın dinmesi için ilk koşul PKK’nın koşulsuz silah bırakmasıdır. Asla ateşkes değil.
Ondan sonradır ki zamanın sardığı yaralar kabuk bağlamaya başladıkça bir arada yaşamın koşullarını geliştirmek için iktidarların atacakları yeni adımlara gereksinim olacaktır.
Her gün bunca kan akarken, birilerinin çıkıp barıştan söz etmesinin inandırıcılığı olmayacaktır.
Oysa barışa asıl şimdi gereksinimimiz var. Üstelik hemen şimdi…
* * *
Şu saatlerde halkoylaması sonuçları belirginleşti. Evet oyları kullanılan oyların %70’i, Hayır oyları ise %28 ler dolayında. Yüzde birin biraz üstünde ise boş oy var. Halk oylamasına katılım ise %65’ler dolayında.
İlk bakışta Anayasa Değişikliği kabul edilmiş gibi görünüyor. Yasal olarak da kabul edilmiş sayılacak. Ama meşruiyeti hep tartışılacak. Halk oylaması sonuçlarının değerlendirilmesi ile yasal sonuçları her zaman birbirine uymaz. Nasıl ki mecliste bazı konularda nitelikli çoğunluk aranıyorsa, Anayasa değişikliğinin halkoylamasında da nitelikli çoğunluk aranması gerekirdi. Ama yasa koyucu kullanılanları bile değil, yalnızca geçerli oyların hesaba katılmasını öngörmüş.
Bu değişiklik seçmen hakkını kazanmışların yarıdan fazlasının evet oyunu alamamıştır. Çünkü evet oylarının, genel seçmen sayısına oranı yalnızca yüzde 45 dir.
Bu nedenle de bu değişikliğin meşruiyeti, yeniden ve çoğunlukla benimsenene dek tartışmalı olacaktır.
Yine, yarınını göremeyenler kuyuya bir taş atmışlardır. Üstelik bu seferki taşın çıkarılması çok da kolay olmayacaktır.
Elbette ki yasal anlamda bu Anayasa değişikliği geçerli olacak ve getirdiği kurallara –nasıl meşruiyeti tartışmalı 12 Eylül yasalarına uyuldu ise- uyulacaktır. Fakat toplum tarafından içselleştirilmeyecek, üzerinde toplumsal mutabakat olmayacaktır. Oysa Anayasalar için toplumsal mutabakat zorunlu değilse bile oldukça gerekli bir durumdur. Tüm yasa ve kurumların gücünü Anayasadan aldığından yola çıkarsak, üzerinde meşruiyet tartışması bulunan ve toplumsal mutabakat taşımayan Anayasanın getireceği yeni sorunların altından kalkmak hayli zor olacaktır.
Sonuçta ortaya çıkan, Nasrettin Hoca’nın kar helvası olmamalıdır. “Ben yaptım oldu” anlayışıyla bu ülkenin sürgit yönetilmesi olanaksızdır. Ülke, ticari bir şirket gibi yönetilemez. Çünkü yönetilen, yönetenin babasından kalan miras değildir. Sonuçta oluşacak zarar, ülkedeki tüm insanlara fatura edilecektir.
Umuyoruz ki önümüzdeki kapsamlı Anayasa değişikliği sürecinde bu meşruiyet sorunu göz önüne alınır.