İKİ DENİZ
Doğrusu Deniz Baykal için güzel şeyler yazacağım hiç aklıma gelmezdi. Baykal’ın “Irak’tan her yıl beş yüz öğrenciyi Türkiye’de okutma, Habur kapısından başka bir kapı daha açma ve Irak’ın su sorununun çözümüne yönelik çalışma yapma” önerilerini duyunca şaşalım. Altmışa yaklaşan yaşımın en az kır beş yılı, politikanın ön aldığı bir çizgide geçmiştir. Baykal’ın ilk kez değerlendirilebilir bir düşünce açıkladığına tanık oluyordum. “Acaba kafasına bir şey düştü” diye düşündüm. Tam da bu önerileri değerlendirip, olumlama düşüncesindeydim ki… Bir başka konu ile ilgili araştırma yapmak üzere girdiğim Fatih Altaylı’nın web sitesinde Baykal’ın önerileri ile ilgili aşağıda alıntıladığım yazıya rastladım.
“Baykal’ın Dönüşü
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Kuzey Irak’a kucak açmamızı oradaki halkı kazanmamızı önermiş.
Çok ani bir dönüş mü acaba!
Bir kaç hafta önce Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’la sohbet ederken, benzer sözler duymuştum.
Büyükanıt’a Kuzey Irak’a yönelik bir ambargo olasılığını sorduğumda, Büyükanıt “ Bizim oradaki halkla sorunumuz yok. Bu işin faturasını oradaki halka ödetmek doğru olmaz. Kuzey Irak’ta yaşayan ve terör örgütü ile hiç bir alakası olmayanların yaşamlarını zorlaştırarak bir şey elde edemeyiz. Tam aksine oradaki halkta bize karşı bir sempati vardır. Onu kaybederiz” demişti.h
Kaynak: http://www.fatihaltayli.com.tr/content.cfm?content_id=1047
Gitti bizim Baykal’a övgümüz. Kafasına düşen taşı da anlamış olduk.
* * *
İklim değişikliğinin azizliklerini yaşamaya çoktan başladık. Havalar bir türlü olması gerektiği gibi olmuyor. Kışlar sıcak geçiyor. Yağış, yağması gereken ortalamaların ya çok altında, ya da çok üzerinde yağıyor. Akdeniz’de, Hint okyanusundan gelen balık türleri yerel türleri yok ediyor. Ağaçlar bile çiçek açacak, meyve verecek zamanı şaşırıyor. Karadeniz’de dalgalar coşuyor, görülmemiş çevre katliamı ile yapılan yolu bozuyor.
Sahi, Karadeniz yolu üzerine daha öncede birkaç kez yazmıştım. Mahkemelerin durdurma ve iptal kararları dinlenmeyerek yasadışı bir şekilde yapılan yol, doğanın kararları ile yok olacak. Sonuçta, Karadenizli çevrecilerin dedikleri yere gelinecek. Dostum Prof. İlyas Yılmazer’in hazırladığı planlara dönülecek. Bu er geç gerçekleşecek. Çünkü başka türlüsü yok. Doğa, ne meclisten çıkan yasayı dinler, ne de hükümetlerin kararlarını. Milyar dolarla harcama yaptınız, acıyayım demez. Geri alır verdiklerini. Geriye bu yoksul halkın paralarıyla kasalarını dolduranlar kalır.
Son fırtına Karadeniz’e bir acı daha yaşatıyor. İkiye bölünen tankerden boşalan petrol, deniz canlılarının milyarlarcasını öldürüyor. Etkisinin yıllarca süreceği de biliniyor. Olayın bizim kıyılarımızda olmaması ilgisiz kalmamızın gerekçesi olamaz. Yöneticilerimizin kılının kıpırdamadığını görüyoruz.
Evet, yöneticilerimizin başta Erdoğan olmak üzere deniz kirliliği konusunda kılı kıpırdamıyor ama konu nükleer santral olunca tüm vücudu dans ediyor. Yurdumuzu bir nükleer atık deposuna çevirecek, yalnızca Sinop’u ya da Karadeniz’i değil, içinde bulunduğumuz tüm coğrafyayı tehdit edecek eyleme ivedilikle yeşil ışık yakılıyor. Nükleer lobi başarıyor.
Artık herkes anlıyor ki amaç enerji üretimi değil. Nükleer silah yapmak. Gerekçeleri de yavaş yavaş ortaya sürülüyor. “İran nükleer silah yaparsa, denge bozulur”muş. Olaya bir de başka açıdan bakalım. Diyelim ki okula giden bir çocuğunuz var. Bazı öğrencilerin okula silahla gelebileceği olasılığından söz ediliyor. Ne yapardınız? Diğer öğrencilerin silahla gelmesinin engellenmesi için mi çalışırdınız, yoksa sizde çocuğunuzun beline koymak üzere silah mı satın alırdınız?