ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

SEVGİLER VE DOSTLUKLAR

                Bugün güzel bir şeyler yazmak istiyorum yaşama inat. Gazetelerden, televizyonlardan, radyolardan akan acı ve çirkin bilgiler yaşamın gerçeği olabilir. Ben, yine de güzel şeyler yazmak istiyorum.

                Çiçeklerden söz etmek istiyorum örneğin. Topbaş'ın sahte lalelerinden değil ama kır çiçeklerinden. Kırları mı özledim, baharları mı yoksa? Örneğin papatyalardan. ‘Mevsimi değil’ mi dediniz? Yok canım. Karadeniz'de hep mevsimidir papatyanın. Hava biraz lodoslasın yeter.

                Bal emdiğimiz sarı çiçekleri özledim. Adını bilsem de söylesem. Bir çalı türüdür bitkileri. Baharda açarlar sarı çan biçimleriyle. Çiçeğini koparıp sap kısmındaki bölümünden emdiğinizde bir tat yayılır ağzınıza. İşte o çiçekleri özledim. Tatlarını değil ama dalında duruşlarını.

                Adlarını da bilmem ki kır çiçeklerinin. Hani, dik salkım biçiminde mor bir çiçek vardır. Hani, olgunlaştıkça tanelerinin uçlarından patlar ve beyazlaşır uçları.  Adı yaban sümbül müdür, dağ sümbülü müdür nedir. Anımsadınız mı? Hani canım, "baharda guguk kuşunun her ötüşünde taneciklerinin biri patlar" denilen çiçek. Onu özledim, biliyor musunuz?

                Kuşları da özledim. Kah kah ses çıkaran ve beslenmek için insanların attıklarını kullanıp, doğallıklarını yitiren martıları değil ama. Guguk kuşlarını özledim örneğin. Uzaklardan gelen seslerini özledim.

                Çalı bülbüllerini özledim. Kargı'nın Karabürçek köyünde bir gece, o toplamı kırk metrekareyi geçmeyen öğretmen lojmanın penceresine koyduğumuz teyple seslerini kaydettiğimiz çalı bülbüllerini.

                                                                    ***

                Bu bir kaçış biliyorum. Öylesine sevimsizleşti ki dünya, düşlere kaçmak zorunda kalıyoruz. Gerçekler acıtıyor canımızı.

                Sokaklarda linç isterikli topluluklar…

                Canımızı yakan bomba ve mayınlar…

                Her nasılsa geliştiği söylenen ekonomimizden payımıza düşen yokluk ve yoksulluk…

                Açlar dururken fiyatı daha da düşmesin diye denize dökülen hamsiler…

                Geleceğimizi karartacak nükleer santral yasası…

                Polisle karşılaşmasa yaşıyor olacak insanlarımız…

                Üç kilometreyi üç saatte gidebildiğimiz sabah trafiği…

                Varlık nedeni, mecliste çözüm bulmak olan politikacıların savaş çığlıkları…

                Kentleri betonlaştıran çıkar ilişkileri…

                Ve… Bırakıp gidemediğimiz kendimiz…

                                                                            ***

                En iyisi biz yeniden dönelim düşlerimize.

                Şırıl şırıl akan berrak derelerdeki küçük balıkları izlediğimizi düşleyelim.

                Çocukluğumuzun uçurtma uçurulan düzlüklerini…

                Buğday tarlalarından gelincik topladığımız günleri…

                Kabak ve süpürge bitkisiyle yaptığımız arabalarla koştuğumuz tozlu yolları…

                Çamurla oynarken üstümüzü kirlettiğimiz için annemizden şaplak yediğimiz yaşların sorumsuzluğunu…

                Aşkın ne olduğunu bile bilmeden sevdalanıverdiğimiz o ilk gençlik günlerimizi…

                Çıkarsamasız dostlukları yaşadığımız gençliğimizi…

                Ve… Dostlarımızı düşleyelim…

                                                                                ***

                Dostlukları özledim. Bir de karşılıksız sevgileri olan dostları. Ne kadar da geride kaldı karşılıksız sevgiler. Ama biliyorum bir yerlerde birkaç tane kaldı o dostlardan. Hem de otuz altı yıllık özlemi taşıyarak gelecekler pazar günü Beyoğlu Öğretmenevine. Siz bu yazıyı okuduğunuzda gelmiş olacaklar anılarını kucaklarına alıp. Kucaklaşmış olacaklar tıpkı bin dokuz yüz yetmişlerin başlarında ayrılırken kucaklaştıkları gibi.

Sevgiyle…