GOCUĞUMU KARDEŞİM GİYDİ
Bu yazı ne zaman yayınlanır bilemiyorum. Çünkü araya bayram tatili girince gecikmeler olağanlaşıyor. Bu nedenle olayın bir yönü güncelliğini yitirecek ama içeriği sürekli güncel.
21 Aralık Cuma akşamı. Televizyonda haberleri izliyorum. Konu, Ankara Bala’daki deprem. Ekranda; gece, dışarıda yakılmış ateşte ısınmaya çalışan sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk. Üzerinde yalnızca bir kazak. Ne palto, ne de kaban türü bir şey yok. Her zamanki soruların arasında bir soru:
-Üşümüyor musun?
Yanıt:
-Gocuğumu kardeşim giydi. O, daha çok üşüyor.
* * *
“Türkiye’m, Türkiye’m cennetim” diye şarkı söyleyebilir; vatan, millet, Adapazarı diye nutuklar da atabilirsiniz.
Bu yazının hemen ardından iştahla bir kurban kavurması yiyebilirsiniz.
Sıcak radyatörlerin ısıttığı salonunuzda, kahvenizi höpürdeterek içebilirsiniz.
Haberlerin ardından başlayan magazin programlarında, kimin kiminle halvet olduğunu seyredebilirsiniz.
Etnik azınlıkları ülke için potansiyel tehlike görüp, saldırıya uğramalarını dışa vurulmayan bir sevinçle karşılayıp, mutlu olabilirsiniz.
Milliyetçi/ulusalcı duygularınız kabararak, Irak topraklarının bombalanmasının ayrıntılarına bakabilirsiniz.
Ülkeyi çok güzel yönettiklerini söyleyen, söylerken de otuz iki dişi görülen şaklabanlara alkış dahi tutabilirsiniz.
Ya da, kızıp elinizdeki gazeteyi bir kenara fırlatabilirsiniz.
Ama bunların hiçbiri “Gocuğumu kardeşim giydi. O, daha çok üşüyor” gerçeğini değiştirmez.
Tek gocuğu, kardeşlerin sırayla girdikleri gerçeği değişmez.
Ve, çocuğun bu sözleri söylerkenki sıradanlığı, yakınmasız kabullenişi, içtenlikli özverisi orada, bir kış gecesi yakılmış ateşin kırmızı aydınlığında öylece durur.
İçinizde bir şeylerin sızlaması sonucu etkilemez.
Hatta birilerinin yalnızca televizyona çıktığı için o çocuğa yardım göndermesinin de bir anlamı olamaz.
Çünkü görüntüdeki çocuk, hâlâ orada durmaktadır. Çünkü onun adı Mehmet’tir, Ayşe’dir, Ali’dir, Emine’dir, Hasan’dır, Gül’dür, Hüseyin’dir, Sevgi’dir…
* * *
Yurdumun bir gerçeği bu.
Yoksulluğun nedeni yokluk; üşümenin nedeni soğuk değil.
Var olanı paylaşmadaki çarpıklıktır yaşamımızı kirleten.
Biz, varsıl bir ülkenin yoksullarıyız.
Üstelik bu yoksulluk kaderimiz değilken.
* * *
Şimdi aynaya bakmanın zamanı.
Aynaya bakıp; “bu tablonun yaratıcısı kim?” sorusunu sormanın zamanıdır.
İşin kolaycılığına kaçıp, suçu ülkeyi yöneten politikacılara yüklemek yok ama.
Bürokratlara, dünya sömürücüleri ABD’ye diğerlerine de yüklemek yok.
Çünkü bu tablonun yaratıcısını ancak aynada görebilmekteyiz.