BARDAKOĞLU KENDİNİ KİM SANIYOR?
Bardakoğlu Danıştay kararı aleyhine açıklama yapmış. Danıştay’ın din derslerinin bugünkü içeriğiyle zorunlu olamayacağı kararını eleştiriyor. Olabilir. Her birey mahkeme kararlarını eleştirebilir. Bu Bardakoğlu’nun da hakkıdır. Bizim de Bardakoğlu’nun düşüncelerini eleştirme hakkımız olduğu gibi.
Bardakoğlu, “din derslerinin devlet okullarında zorunlu olması gerektiğini” belirtmiş. Bunun yalnızca bir açıklaması vardır. Bardakoğlu, laikliğin “L”sini bile bilmiyor. Laik bir ülkede din dersi zorunlu olamaz. Çünkü laik bir ülkede hiç kimse bir dinsel inanca bağlı olmaya, hatta dinsel inancı olmaya zorlanamaz. Bırakalım bir inancın diğerlerine üstünlüğü öğretisinin bulunmasını, eğer o öğretimde tartışılamayan tek bir konu varsa orada laiklikten söz bile edilemez. Laik aktörede her birey diğerinin inancına saygı gösterir. Bunun karşılığı olarak da bir inanca bağlı olanlar, diğer inançlara hatta inançsızlığa saygı göstermek zorundadırlar.
Örnekleyelim. Bir Müslüman için, İslam olmak, onur duymak anlamına gelebilir. Müslüman olmayan ise, İslamlığa saygı duyar ama İslamiyeti onur nedeni olarak görmez. Aynı durum diğer inançlar ve inançsızlık için de gerekir. En uç örneği verirsek. Bir inançsız, inançsızlığıyla onur duyabilir. İnançlı olan, inançsızlıkla onur duymaz ama onun inançsızlığıyla onur duymasına saygı göstermek zorundadır. (Sizce gösterebilen kaç kişi çıkar?)
Şimdi bu kadar karmaşık bir ortamda zorunlu din dersinin içeriğini (müfredatını) kim nasıl düzenleyecek. Bardakoğlu’nun “ilim adamları” mı?
Burada bir kavram açıklamasına da gerek var. Herhangi bir sözlüğe baktığınızda “ilim” ile “bilim” sözcüklerinin eş anlamlı olduğunu görürsünüz. Doğrudur. Sözcük anlamları olarak eş anlamlıdır. Yalnız bir de sözcüklere yüklenen kavramsal anlamlar vardır. “İlim” sözcüğünü genellikle dinsel referansları öncelikli olanlar kullanırlar ve sözcüğün betimlediği anlam, din alanında eğitim almış kişileri içerir. Örneğin konu hukuksa, “ilim adamı” olarak tanımlanan kişinin başvuru kaynağı Fıkıh’tır. Oysa “bilim insanı” biçiminde tanımlanan kişinin başvuru kaynağı ise Çağdaş Hukuk Ölçütleridir. Bu ikisi arasında ise uzlaşmaz çelişkiler vardır. Bardakoğlu, Danıştay karar almadan önce “ilim adamlarından görüş almalıydı ya da kararı ilim adamları almalıydı” diye okunabilecek açıklamalar yapıyor. Bu ilim adamlarının “bilim insanları” olduğuna inanabilecek miyiz? Çoğu kişilerin arkasına saklandığı bir sütredir bu kavram. Sıkıştığında sözcük anlamını kullandığını savunabileceği bir aldatmacadır. Türkçesi “ulema” bilgin değildir, günümüz toplumuna asla yön çizemez.
Konu bir alevi Sünni olgusuna dönüştürülmek isteniyor. Sonuçta “Alevilerin itirazı var. Oysa onlar da Müslüman, eh onlara da bir sus payı verilir. Olur, biter” anlayışı egemen kılınmaya çalışılıyor. Gerçi Alevi- Bektaşi örgütleri bu anlayışa karşı çıkıyorlar ama yetmez. Bu çok tehlikeli bir gelişmedir. Bu, bizi karanlıklara götürecek yolun açılmaya başlamasıdır. Çünkü tartışılan “inanç” değildir. Tartışılan “çağdaş hukuk anlayışıdır”, laikliktir.
Laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı olmaz. Laik bir ülkede hiçbir din görevlisi ortak bütçeden yani devletten maaş alamaz. Alıyorsa orada bir laiklik ihlali zaten vardır. Kişiler inançlarının gereğinin karşılığını kendileri karşılamalıdır. Yani, başka bir inancı bağlı ya da inançsız bir kişinin vergisinden, diğer inanca ödeme yapılması çağdaş devlet anlayışının neresine sığar. Velev ki bu tek bir kişi olsun.
Bardakoğlu hızını alamamış, “Diyanet İşleri Başkanı olarak konu bana sorulmalıydı” diyor. Bari açıkça “bu konuda tek fetva sahibi benim, ben ne dersem o olur” deseydi. Benim şaştığım, bu cesareti nereden aldığıdır.
Eyy Bardakoğlu, bu ülkedeki tüm insanlar sana vekâlet verse bile ben vermem. O zaman da sen bu ülkedeki toplumsal yaşamın gerekleri üzerine fetva veremezsin. Ancak kişisel görüşünü açıklarsın.
Önce şunu açıkla. Sen kendini kim sanıyorsun?