SAHTESİ VE GERÇEĞİ
Bizim gazetenin 22 Nisan tarihli baskısında Ali Tarakçı ve Hüseyin Şengül katıldıkları CHP Beylikdüzü İlçe örgütü yemeğini yazmışlar. Eleştirilerinde sonuna kadar haklılar. Gerçekte yerelden yazdıkları için yalnızca yerel gözlemlerini yazmışlar. Oysa CHP’nin geneldeki yapısından ayrı bir görüntü değil, Beylikdüzü görüntüsü.
Siz hiç CHP Genel Merkezinden –pardon tek yetkilisi olan Deniz Bey’den- bir politik önerme duydunuz mu?
Varsa yoksa “Vatan, Millet, Adapazarı” kolaycılığı.” Ona da karşıyım, buna da karşıyım. Üstelik 301’e bile karşıyım” goygoyculuğu.
Acaba dünyanın hiçbir yerinde 301 gibi özgürlük düşmanı bir maddeyi savunan, üstüne üstlük kendisini sosyal demokrat tanımlayan bir parti daha bulunabilir mi?
Tıpkı, sokak oyunlarında mızıktayan, mızıkçı çocuk.
Yahu, bir kez de bir önermede bulun.
Çık ortaya; “değiştirmek yetmez, tümden kaldırılmalı şu 301’i de.
“Ben iktidar olduğumda, tarımda doğrudan gelir desteği değil, tarımsal üretime destek vereceğim” de.
“Ben iktidar olduğumda, kömür pirinç dağıtmayacağım. Sosyal devlet olgusu gereği her yurttaşa, yurttaşlık hakkı olarak belirli bir geliri vereceğim. Kaynağını da çok kazanandan çok vergi alarak sağlayacağım,” de.
“KİT’lerin oluş nedeni kar etmek değildir. Sosyal denge sağlamaktır. Bu nedenle ben yeni kitler oluşturacağım. Üretimine bakmaksızın çalışanlara insanca ücret ödeyeceğim” de.
Söyleyebilir mi bunları.
Asla.
Oysa bunlar “Sosyal Demokrat” partilerin ortak programlarıdır. Yani onun bir zamanlar dediği gibi “sosyal demokrasinin evrensel kuralları”dır.
Sen, bir yandan Deniz Gezmiş’lerin resimlerinin arkasına sığınacaksın; diğer yandan en sağ politikaları, darbeciliği savunacaksın. Sonra da başkalarına “takiyyeci” diyeceksin.
Senin ne olduğun tüzüğünden belli. Demokrasiden nasibini almış bir partide olmaması gereken “başkan adayı olabilmek için 1/5 delegenin yazılı desteği”ni ön koşul sayacaksın; sonra da “Cumhuriyeti kuran parti” yaftası taşıyacaksın.
Ve de sanacaksın ki bunlar yutulacak.
Yürrrüüü, anca gidersin.
* * *
Yıl 1985. Bergama’nın merkeze otuz kilometre uzağında olup, o günlerde ancak üç saatte ulaşılabilen Kozak’ta öğretmenim.
Ay temmuz. Dikili’de bir festival var. O yıllarda arabam yok. Bir arkadaşın arabasıyla Dikili’ye gidiyoruz.
Daha arabayı park edip, caddeye çıktığımda duyumsuyorum farklı havayı.
Sokaklarda beş yıl önce, sıcak bir eylül sabahı bacalarımızın dumanını tüttüren kitapların bulunduğu sergiler var.
İnsanların yüzlerinde tedirginlik, gözlerinde umut.
Sahildeki çay bahçelerinde ya da Çamlaraltında paneller.
Konuşanlar; beş yıldır susturulmaya çalışanlar. Dostlarını mapushanelerde bırakıp gelmişler.
Her panel polis tarafından videoya kaydediliyor.
Bazıları elindeki gazeteleri kameradan yana tutarak görüntü vermemeye çalışıyor.
Polisler; “1990’a belge hazırladıklarını söylüyorlar, sırıtarak. –O yıllarda bir söz vardı: Yıl sıfır, darbe hazır-
Dikili sokaklarını “umut” doldurmuş.
12 Eylül’ün ağır baskısı hala üzerimde. “Burası Türkiye dışında mı acaba” diye mırıldanıyorum.
İşte o günlerde duydum adını.
Sonra birkaç kez bazı sosyal etkinliklerde yan yana oturma şansım oldu Osman Özgüven’le.
Şimdilerde Osman Özgüven yine Dikili Belediye Başkanı. Hala belediyeye bisikletiyle mi gidiyor bilmiyorum ama halkına 10 ton suyu ücretsiz verdiğini;
İlçe içinde belediye otobüslerinin ücretsiz olduğunu;
Belediye hastanesinde bir liraya muayene, altı liraya röntgen çekildiğini;
Ekmeği 25 kuruştan sattığını;
Konutları ayda 35 Liraya jeotermalle ısıttığını;
Ve;
Tüm bunları yaptığı için hakkında soruşturma açılmasının istendiğini;
Biliyorum.
Çalanların, çırpanların; katillerin, işkencecilerin baş tacı yapıldığı ülkenin Köroğlu’su dostum.
“Vatan haini” olmayı sürdüreceğini söylemişsin.
Ağzına ve yüreğine sağlık.