ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

EBABİL BİR KUŞTUR

Ülkemizde hukuksal eleştirilerde çok kullanılan bir deyiş vardır: “Hukuk değil, guguk”. Her zaman sevmişimdir bu söylemi. Gerçek hukukçuların gölgelerde kaldığı zamanların çoğunluğundan mıdır, nedir bilmem.
Bir gazetemizde, geçmişin çok kudretli bir savcısının sözlerini okuyunca yine bu söylem çıkıverdi dudaklarımdan.
Bu yazıyı 18 yıl önce yazmaya kalksam, ne basacak bir gazete olurdu. Ne de ben yerimde kalabilirdim. Bu da işin ironik yanı.
Gelelim bir zamanların “kudretinden sual olunmaz” savcımıza. 18 yıl önce meclisten apar topar alınıp götürülen DEP milletvekilleri için; “İdam istedik. İdam cezası verilmiş olsaydı devlet gücünü gösterecekti” demiş. Üstelik bugün bile aynı düşüncede olduğunu vurguluyor.
Hukuk kavramının altını nasıl doldurduğunuz önemlidir. Yani dünyaya bakış açınız. Bunları değerlendirmek için ise Hukuk Fakültesinde okumuş olmanız gerekmez.
Hukuk biliminin evriminde iki çizginin savaşımı rol oynar. Birincisi kurulu düzenin değişmezliğini savunan ve değiştirilmesini isteyen her türden düşünceyi cezalandıran çizgidir ki akıla da, bilime de, gelişeme de aykırıdır. Egemen olanın egemenliğini koruyan bir baskı düzenine alet olur.
İkinci çizgi ise; Bilimin ve aklın ışığında insanlığın geliştirdiği ve sürekli değiştirerek geliştirmeyi sürdürdüğü insan ilişkileri çizgisidir. Burada bugün geçerli olan kuralların, yarın geçersiz kalması doğaldır. Hukuk, evrensel olarak üretilen değerlerin toplamı üzerinden geliştirilen ama sürekli eleştirilebilen kurallar dizgesidir.
Birinci çizginin insanlığa armağanı diktatörlükler, ikinci çizginin armağanı ise demokrasidir.
“Birkaç kişiyi sallandırıvereceksin bak o zaman ……” mantığının uzantısı bir hukukçuya ne kadar yakışıyor değil mi? Siyasal tarihimizde sallandırılanların çetelesini tutmaya kalksak, ortaya hukuk kitaplarından daha kalın yüzlerce cilt çıkabilecekken, biz hala sallandırmaktan medet uman hukukçuları konuşmaya devam ediyoruz. Ne yazık!

      *          *          *
Yazımı daha tamamlamadan gündem hızla değişti. Ergenekon davası kapsamında yeni bir dalga yayıldı ülkeye.
Bu kez yaşamı boyunca “derin devlete” karşı olmuş olanlardan olan beni taraf kıldı gelişmeler.
Cumhuriyet mitinglerinin gündemde olduğu günlerde gelen bir çağrıyı yanıtlamak için yazdığım bir yazıda darbe özlemi içinde olanların var olduğunu ve buna toplumsal taban kazandırma eylemlerinden biri olarak bu mitinglerin kullanıldığı kuşkusunun bende ağır bastığını anlattıktan sonra; “Ülkemin Cami ile Kışla arasına sıkıştırılmasına rıza göstermedim. Her zaman farklılıklarımızla bir arada yaşamı savundum.” “IRKÇILIĞIN GETİRECEĞİ KÂBUSUN, DİNCİ KÂBUSTAN AZ OLMAYACAĞINI BİLDİĞİM VE YALNIZCA DEMOKRASİDEN YANA OLDUĞUM İÇİN ORADA OLMADIM” diye açık tavır koymuştum.
Günümüzde gelinen noktada haklı olup olmadığımı tartışmayacağım. O, mitinglerde “ne şeriat ne darbe” diyen ve İzmir mitinginde bu görüşleri nedeniyle konuşturulmayan Sayın Türkan Saylan’ın nasıl Ergenekon olayına karıştırıldığını doğrusu yaman merak ediyorum.
Bu arada aklıma geliverenler ise daha başka. On yıllardır ortaçağ gericiliğini kafalara kazımak için binlerce kurs, yüzlerce yurt adıyla oluşturulmuş yapıların örgütlü varlığı gerçekken, üzerine gidilmediğini hepimiz görüyoruz. Şimdi, “bu yapılara karşın aydınlığı savunanların oluşturduğu örgütlülük yok edilmeye mi çalışılıyor” sorusu tüm yakıcılığıyla ortaya çıkıyor.

Sonuçta; Ebabil bir kuştur.