İNSAN OLMAYI BECEREBİLMEK
Ülkemin milliyetçileri tam bir panik durumunda. Barış ortamının kendilerinin beslendiği kanalları yok edeceğini çok iyi biliyorlar. Barışın oluşmaması için de binbir dereden su getirerek bahaneler üretiyorlar.
Tarihin çarkları durmadan dönüyor ve ufalayarak toz ediyor geçmişi. Adım adım, dişli dişli kuruluyor gelecek.
1400’lü yıllarda bir düş bile değildi cumhuriyet. Çünkü üretim biçimi ve ilişkileri uygun ortamı sağlamıyordu.
1800’lerde sanayi üretimi başlarken sonu geliyordu Feodalizmin. Direnmek boşaydı. Moda “milliyetçilik”ti artık.
1900’lerin ortalarında açık işgale dayalı sömürgeciliğin sonu gelmişti ama egemenler gizli işgale dayalı sömürgeciliği yerleştirmek için gaz veriyorlardı milliyetçiliğe.
Ve düşmüştü devenin aklına bir tutam yeşil ot, “sosyalizm” diye.
Bilinmeyen bir şeyi ilk olarak uygulamaya koymanın zorlukları hesaplanamadı. Sosyalizmin o uygulaması kişiyi ve özgürlükleri yok saydı. Yıkıldı, ama insan olma onurunu kazandırmıştı bir kez. Milliyetler üstü olabilme düşüncesi gelişiyordu beyinlerde. İnsan olma düşüncesi olarak.
Tarihin tekerleğinin tam da bu yuvarlanması sırasında ülkemizde yarı islamcı bir iktidarın olması biraz da şansızlık olmalı.
İçtenlikle olmasa da yanından yönünden bulaşmak zorundaydı iktidar. -Ne garip bir tecelli.-
Geçmişte karşı çıktıklarını uygulamaya koymak zorundaydı.
Tarih zorluyordu.
* * *
Sol demek, ilericilik demektir.
Sol demek, devrimcilik demektir.
Sol demek, dünyayı değiştirmek demektir.
Sol demek, insan olmak demektir.
* * *
Utangaç da olsa kendilerini sol olarak tanımlayan bazıları, bu özellikleri taşımadıklarını ve bunun için de sol olmadıklarını anlayamadılar.
Tutuculaştılar giderek.
Sarıldılar “milliyetçilik”in kof urganına.
Gericileştiler.
Barışa karşı çıktılar, dostluğa karşı çıktılar.
Sevgiye aşka karşı çıktılar.
“Ermenistan”, “Kıbrıs”, “Kürdistan “ feryatlarıyla koparmaya çalıştılar toplumsal barışın filizlerini.
Dağdan inmek suçtu onlar için, silahların konuşması mubah.
Geçmişin kanayan yaraları üzerinden tanımladılar kendilerini.
Kan davasına adadılar varlıklarını.
Ölen gençlerin analarını kışkırttılar, yeni yavruların da ölmesi için.
Küflü kafalarından, kof gulyabaniler ürettiler.
Ardından tuttukları ışıkla devleştirdikleri yalnızca bir gölgeydi, Hitler’den kalmış.
Kan, intikam ve zulüm yazdı kalemleri.
Oysa; doğada sınır çizgisi yoktu.
.