BAHÇEDEKİ DEMOKRASİ
Medyanın gündeminde yine kan, yine gözyaşı… Toplumu tahrik etmekte bazıları. “Bölücülüğe karşıyız” diyerek bölmekte insanları. Yine de Reşadiye’de öldürülen canlarımızdan birinin amcası veriyor en akla yatkın yanıtı: “Bu savaş çok anlamsız. Bitirilmesi lazım. Silahla bu iş çözülmüyor. Kurşun sıkanlar da bu ülkenin çocukları.”
Ve en çarpıtık açıklama da yine Deniz Baykal’dan geliyor, amcaya yanıt olacak. “Tokat'ta bir tuzak 7 askeri şehit eden bir saldırı. Türkiye'de gerçekleri görmeyen insanların gözüne gerçekleri dayatmaya başladı. Bu süreçten sonra bu yola devam etmek. Gaflet ve delalet olarak çıkmakta, Mustafa Kemal'in dediği gibi bir 'hıyanete' dönmek üzeredir.”
Bunun adı “kan üzerinden politika” değilse nedir? Gerçekleri görmeyen kimdir. Akan kanın durdurulmasını istemeyenler, kan üzerinden nemalananlar değil midir?
Bence tam da açılımın gerçekleştirilmesi gerektiğinin kanıtıdır son olaylar. Yalnız, kimse bugünden yarına her şeyin düzeleceğini beklemesin. Bunca yıllık gerilimin birkaç ay içerisinde bitirilebileceğini sanmasın. Bu uzunca bir süreç isteyecektir.
Açılımın gerçekleşmesi ise eksiksiz demokrasiden geçecektir. Ne yazık ki; eksiksiz demokrasi konusunda AKP’den beklentiler zayıftır. Demokrasiyi içselleştirememiş kadroların bunu başarması neredeyse olanaksızdır. Hele hele, karşılarındaki muhalefet tek cepheden demokrasi karşıtlığı saldırısını sürdürüyorsa.
Daha öncede yazdım, olasıdır ki bundan sonra da yazacağım. Taaa ki gerçekleşinceye kadar. Demokrasi bir yasal düzenlemeler sorunu değil, algılama sorunudur. “Ulul emre itaat” kültürüyle yetişenlerin demokrasiyi algılaması olanaksızdır. Üst göreve atanan kişi en yetersiz de olsa onun her sözünün tartışmasız yerine getirilmesi gerekliliğidir “ulul emre itaat.” İslami bir kural olmaktan öte, yaşamı algılayış biçimidir ve demokrasi karşıtlığıdır.
Tüm “gölgeleri büyük” siyasi partilerimizin yönetim biçimlerine baktığımızda bu ilkenin işlediğini görebiliriz. Bu siyasal partilerde genel başkanlar tartışmasız biat edilecek kişiler olarak görürler kendilerini. Genel Başkanlarının görüşlerini değil tartışmak, katılmadığını belli etmek bile suçtur. Ya partiden atılırsınız, ya da ilk genel seçimlerde tasfiye edilirsiniz.
Konuyu saptırdığımızı sanacak bazılarınız ama değil. Ülkenin barışa ulaşmasının-yolu demokrasi olduğunda, iş dönüp dolaşıp siyasi partilere geliyor. Çünkü sorunların çözüm yeri meclis.
İşte işin çatallaşması da burada başlıyor.
Anayasa, 12 Eylül anayasası.
Siyasi partiler yasası antidemokratik.
Seçim yasasının demokrasiyle uzaktan yakından bir ilgisi yok.
Mecliste temsil edilen “gölgeleri büyük” siyasal partilerimizin tüzükleri tam bir diktatörlük amaçlıyor.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup bir düşünün lütfen.
Bu bahçede demokrasi yeşerir mi?