ŞENLİKKÖY
Boy boy dizilmişlerdi meydana. Günün en sıcak zamanıydı. Çoğunun elinde şişe suyu vardı. Kürsüde biri bangır bangır bağırıyor, toplananları heyecanlandırmaya çalışıyordu.
Kalabalıkları oluşturanlar konuşanın neler söylediğiyle ilgilenmiyorlardı. Kürsüde ne söylense doğruydu onlar için. Kürsüdeki de bunu bildiği için desteksiz sallıyordu. Söylediği sözün içeriğinin önemsiz olduğunu biliyor olmalıydı.
Konuşmaların içeriğiyle ilgilenen bir yabancı olsa, tartışılanın ne olduğunu anlayamazdı. Konuşulanlar öylesine anlamsız ve boştu ki; şaşırıp kalmamak olanaksızdı.
Beyler, efendiler; konutlar, villalar; kayısılar, höşmerimler; boylar, kilolar tartışılıyordu.
Güneş kavurmayı sürdürüyordu. Yiyecek fiyatları artıyordu. Yaz günleri görece rahattı ama kış yine gelecekti. Yakıt fiyatları katlanmaktaydı. Elektrik özelleştirilmekteydi ki görülmemiş, duyulmamış paralardan söz ediliyordu. Elbette ki bu paraları verenler babalarının hayrına vermeyecekti. Elektrik zamları, hem de küçük küçük ama sürekli olarak gelecekti. Bu kaçınılmazdı.
* * *
Çalışanların sendikalı olma oranı yüzde beşlere düşmüştü. Var olan sendikaların bir bölümü varlıklarını sürdürmekten başka bir şey düşünmüyorlardı. Sendikalı olan işçilerin var olan grev haklarını kullanacak ne güçleri kalmıştı ne de örgütlülükleri.
Memur sendikaları göstermelik masalara oturuyorlardı. Hükümet yandaşı sendika çoğunluk sendikasıydı. Bu sonuca çanak tutmuş olan ise şimdi yaptığı hatanın sonucuna katlanmayı yediremiyordu.
Halkın büyük çoğunluğu hala “örgüt” sözünden aslan görmüş ceylan gibi kaçıyordu. Oysa içinde bulunduğu olumsuz koşulların nedeni örgütsüzlüğüydü.
Eğitim sistemi kaderciliğe teslim edilmişti. Bilim artık tu kakaydı. Evrim; geçersizliği kanıtlanmış bir aldatmacaydı. Her şey yaratanın iradesine bağlıydı. Yoksulluk kader olarak yazılmıştı anlımıza. Hem de silinmez biçimde. Sömürünün ve sömürücünün adını söylemek, tanrıya başkaldırmaktı.
Allah, sevdiği kuluna verirdi. Televizyon kanallarına sıra sıra dizilen cübbeli, cübbesiz ulemalar salya sümük ağlamaklı olarak böyle buyuruyorlardı.
Hak aramak, başkaldırmaktı. Sonu cehennemdi.
* * *
Demokrasi içi boşaltılmış bir sözcüktü. Kendini solda tanımlayanlar bile iç işleyişinde demokrasinin “D” sine bile yer vermiyorlardı. Diğerleri için ise demokrasi zaten inançlıların kendilerine oy vermesiyle eş değerdi. Çünkü kendileri tanrı adına, tanrı tarafından görevlendirilmişlerdi.
Toplum binyılların alışkanlığıyla kendi gücünün bilincinde olmadan bir kurtarıcı beklemekteydi. Oysa politikacılardan önce toplumun aynaya bakması gerekiyordu, kurtarıcısını görmek için.
* * *
Sokakta şenlik vardı.