BİLİMLE DOGMANIN SAVAŞI
10 Mart 2008 tarihli yazımın başlığı “Bardakoğlu kendini kim sanıyor?”du. O günlerde Bardakoğlu, zorunlu din derslerini savunuyor ve de içeriğinin belirlenmesinde etkili olmak istediğini çağrıştıran demeçler veriyordu.
Bardakoğlu, bugünlerde yine gündemde. Kendileri şeyhülislam edası içerisinde imamların “kanaat önderi” olması gerektiğini söylüyor. İmamlar devlet memuru olarak anlaşılmamalı, yaşamın her yerinde olmalıymışlar.
Burada kanaat önderi kavramı, toplum yönlendiricileri anlamında kullanılıyor. Önkabul ise imamların topluma önderlik yapabilecek bilgi ve birikime sahip oldukları düşüncesi.
Önce bu noktaya bir değinelim.
İmamlar aldıkları teokratik eğitim gereği tıpkı askerler gibi demokrasiyi içselleştiremezler. Onların en temel ilkesi “ulul emre itaat”tır. Bu nedenle de eleştiriye ve bilimsel yaklaşımlara kapalıdırlar. Özellikle kuşkuculuk en korktukları şeydir. Oysa tüm yenilikler ve çağdaşlık kuşkuculuk üzerine kurulabilmiştir.
Kendilerini tekrarın dışına çıkma olanağı olmayanların topluma önderlik etmelerinin sakıncası; gittikçe gerileşen ve dünyada söyleyecek sözü kalmamış olan bir insan topluluğu yaratacak olmalarıdır.
Ülkemiz geçmişte bir köy enstitüsü deneyi yaşamıştı. Köy enstitüleri, köy öğretmeninden çok köy toplumu için önder -moda deyişle kanaat önderi- yetiştirmeyi hedefliyorlardı. Amaç yüzyıllardır imamların geri bıraktırdığı toplumu çağdaş gereksinimleri karşılayacak biçimde değiştirmek ve yenilemekti. Bunun için öncelikle yapılması gereken ise var olana kuşku duyup, eleştirecek bir düşünsel yapı oluşturmaktı.
Kara yobazlığın sürmesinde çıkarları olan ülke sömürgenleri bu aydınlık yuvalara öylesine saldırdılar ki; kurucuları bile savunma cesaretini gösteremediler.
1980 12 Eylül’üne kadar öğretmenler köy enstitüsü geleneğini sürdürmeye çalıştılar. Bunu da bugünün önünü açan darbeciler engellediler.
Yetmedi, sekiz yıllık eğitimle birlikte köylerden öğretmenler çekildiler. Taşımalı eğitim, öğretmenle halkı birbirinden uzaklaştırdı ve köyler imamlara teslim edildi.
Bu da yetmedi. Öğretmen yetiştiren kurumlar ele alınarak ve bozularak öğretmenlerin yapısı değiştirildi. Ya imam kafalılar ya da kişisel çıkarlarını öne alanlar öğretmen yapılarak geleneksel toplumcu öğretmen yapısı yok edildi. Böylelikle bir bilimsel düşünce kalesi daha ele geçirildi.
O günden bu yana kara yobazlık her geçen zaman biraz daha ileriye gidiyor. İlk zamanlar çağdaş teknolojiye karşı çıkarlarken günümüzde strateji değiştirerek günümüz teknolojisini amaçları doğrultusunda kullanıyor.
“Aya inilmez, çünkü ay bir nurdur” diyen, radyonun “şeytan aleti” olduğunu, dinlenmemesi gerektiği söyleyen imamlar bugün yok. Her gün televizyon ekranlarında boy göstermekten asla kaçınmıyorlar. Oysa teknolojiyi yaratan bilimsel düşünceye düşmanlık besliyorlar.
* * *
Bir diyanet işleri başkanının bu tür açıklamalarda bulunması, toplumun yüzü günümüze dönük kesimlerindeki kuşkuyu artırıyor.
Başbakanın %42’nin kuşkularını gidereceğini söylediği bir zamanda Bardakoğlu’nun sözleri Başbakandan daha da etkili oluyor ve “kuşkuyu giderme” sözünü anlamsız bir aldatmacaya dönüştürüyor.
Laik bir ülkede olmaması gereken “Diyanet İşleri Başkanlığı” gibi bir kurumu koruyan ve de bu tür açıklamalar yapması karşısında sesiz kalanların inandırıcılığı olamaz.
Laik bir ülkede başörtüsü ile okula gidilir ama diyanet işleri başkanlığı ve devlet bütçesinden maaş olan din görevlisi de bulunmaz.
Diyanet işleri başkanlığı ve devlet bütçesinden din görevlisi uygulamasını kaldırmadan laiklik gerçekleşmez.
Laikliğin az birazı olmaz.