BİNDELİKLERİN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
Bir süre ara verdim yazılara. Ben ara verdim diye yaşam durmadı, kavga dinmedi, baskı bitmedi.
Yazılarıma güzel şeyler yazarak başlamak istiyordum. Örneğin bir türlü sosyal demokrat olamayan CHP’nin aile sigortası açıklamasıyla sosyal demokratlığa yaklaşma denemesi gibi.
Olmadı. Başbakanın “karanlıktan korkan çocuk” gibi bağırarak, kükreyerek konuştuğunu görünce değiştirdim konuyu.. Bu konu nasıl olsa düşmeyecek gündemden, daha sonra yazarım dedim.
Başbakan sıkıştıkça sola göz kırpıyor. Üstelik de bunu ilk kez yapmıyor. O, bunu hep yapıyor.
Sokakta, mahallede yaşamın her alanında bir korku, bir iç sansür yaşatmaya başladık içimizde. Dilediğimiz gibi giyinemiyor, yiyemiyor, içemiyoruz. Yazmak için oturduğumuzda acaba bu yazıdan dolayı başımıza bir başka kulp takılır mı sorusu burgulanıyor kafamızda. Doğrusu yazamıyoruz istediklerimizi. Teslim olmak da işimiz değil bizim. Yaşamımıza konulan bu yazısız sınırlamaları zorluyoruz inadına.
İş söze gelince demokrasi havarileri sarıyor ortalığı. Darbe karşıtlığı ilk sarılınacak silah. İkincisi bir mayıs 1977, üçüncüsü Dersim ve Şiwan Perver.
Gelin bir anımsama yapalım. Anayasa değişikliği öncesinde gözyaşları içinde Erdal Eren’i ve 12 Eylül zorbalıklarını dilinden düşürmeyenler, oylamadan bu yana ne yaptılar. Anayasanın geçici 15. maddesi kalkalı kaç ay oldu. Ben söyleyeyim; beş ay. Değişikliklere “hayır” diyenlerin söyleyecekleri sözleri yok elbette. Peki, beş ay önce duygularını alanlarda gözyaşlarıyla anlatanlar ne yaptılar. Hani sorgu, hani yargı. Kendilerine yönelik darbe iddiaları nedeniyle yüzlerce insan tutuklanırken, daha önce –iddia da değil- aynı eylemi gerçekleştirmiş, tüm ülkeyi demokratlara zindan etmiş, anlatılmaz/inanılmaz işkenceler uygulamış olanlar hala baş tacı değil mi?
Kanlı taksim kırımına göndermeler yapılıyor da kanlı pazarlarda acaba hangi maşaların bulunduğuna neden değinilmiyor. Milli Türk Talebe Birliği ve Komünizmle mücadele derneklerinde kimler vardı acaba. Onlar şimdilerde nerelerdeler. Hrant Dink’in öldürülmesinde –en hafif deyimiyle- göz yumanları taltif edenler hangi demokratlar.
Şimdi yine sıkıştılar ya, halk desteği gerekiyor ya. İşte yine o, sandıkta aldıkları oylar yüzdelerle değil bindelerle olduğundan önemsiz gösterilenlere mesajlar başladı. Çünkü çok iyi biliyorlar ki; o bindeliklerdir bu ülkenin vicdanı. Onların, rakamlara sığmayacak kadar ağırlıkları vardı yaşamda.
Açıkça yazıyorum; Tüm darbeciler ve girişimcileri yargılanmalıdır ama darbe gereksinimini haklı bulsalar bile düşüncelerini açıklayanlar, yazanlar değil.
Yine açıkça söylüyorum; Odatv’nin çizgisine sonuna kadar karşı oldum ama Odatv’ye rağmen, Odatv’nin sesinin susturulması demokrasiye aykırıdır.
Yağma yok sayın başbakan, yağma yok. Atasözlerini iyi bilirsin. Bu çok bilinen atasözünü de bildiğine şüphem yok. “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Bu kez “kırk katır mı, kırk satır mı” sıkıştırması yok. Bu kez herkesin kendi söyleyecek sözü var. Bu kez demokrasi havariliği de sökmez. Beş aydır darbecilere karşı hiçbir girişiminiz yokken yeniden 12 Eylül mağdurlarını dile getirmenizin hiçbir inandırıcılığı olamaz.