GERZE FATSA VE 12 EYLÜL
“İmtiyaz” denince akla gelen, diğerlerinden daha üstün hakka sahip olma gelir değil mi? Peki “imtiyazlı ortaklık” denince ne anlaşır? Diğerlerinden daha fazlasına sahip olma durumu olmalı her herhalde. Eh, doğrusu da bu. Fransa ve Almanya’nın öncülüğünde bize önerilen Avrupa Birliği üyelik biçimi “imtiyazlı ortaklık”.
Sözcüklere değişik anlamlar yükleyerek insan aldatma yöntemlerini iyi kullanır politikacılar. AB’nin bize önerdiği “imtiyazlı ortaklık” yapısına bir bakalım.
“İmtiyazlı ortaklığı kabul edersek, AB’nin ortak üyesi olacağız ama AB’yi yöneten AB Parlamentosu ve diğer yönetim organlarında oy sahibi değil yalnızca gözlemci olacağız. Yani kuralları onlar koyacak biz uyacağız.
Şimdi de imtiyazımıza bakalım:
AB’de yasaklanmış geri ve tehlikeli teknolojiyi kıllanma hakkı. AB, çok enerji tükettiği ya da çevreyi aşırı kirlettiği için yasakladıklarını kullanma hakkı tanıyor bize.
Biraz daha açalım. Çok enerji harcayan beyaz eşyaların satışı AB’de yasak, bizde serbest olacak.
Çok yakan eski model araçları kullanmaya devam edeceğiz.
En can alıcısı, çevreye büyük zararlar veren fabrikaları ve santralleri kurabileceğiz. Havamız zehirlenecek, bitkilerimiz kuruyacak, insanlarımız hastalıkların pençesinde kavrulacak, bu cennet ülkemiz çöle dönecek ama biz “imtiyaz”lı olduğumuzla gurur duyacağız.
Şimdi bunun bir de can alıcı öteki yüzü var. Termik ve nükleer santralleri kurup enerji fazlası oluşturacağız, demir çelik endüstrisi ve benzeri aşırı kirletici fabrikaları çoğaltacağız ve bunların üretimini AB’ye satacağız. “Satacağız dedikse aslında biz satmayacağız. Çünkü bu kirleticilerin sahipleri zaten onlar olacak. İlk kuruluşta tepkileri azaltmak için yerli burjuvazi kursa bile daha sonra bunlar teker teker el değiştirecek. Örnekler çok. Özelleştirilen büyük şirketlere bakın; alanlar kimlerdi, şimdiki sahipleri kimler.
Bundan önceki son iki yazımı Gerze Yaykıl Köyündeki termik santral yapımına karşı verilen direnişe ayırmıştım. Gerze halkı kendi topraklarını korumak için direndi, direniyor.
Gerze halkı yalnızca kendi için direnmiyor. Gerze halkı bu ülkeyi seven herkes için direniyor. Gerze halkı AB’nin dayatmaya çalıştığı “imtiyazlı ortaklık”a karşı direniyor. Belki kendi de farkında değil ama emperyalizmin soygununa karşı direniyor.
* * *
Bu yazı çıktığında 12 Eylül’ün yıldönümü iki gün geçmiş ve sizler medyada bol bol 12 Eylül edebiyatı dinlemiş, izlemiş olacaksınız.
Oysa 12 Eylül gerçekte 12 Temmuz’da başladığını büyük olasılıkla duymamış olacaksınız. Türkiye’nin bu güne dek gördüğü ve bundan sonra ne zaman göreceği meçhul olan en güzel doğrudan demokrasi uygulamasına saldırının bu tarihte başladığını işitmemiş olacaksınız.
40 yaşın altındakiler bilmeyebilirler, üstündekiler de unutmaya başlamış olabilirler. Ekim 1979’da boşalmış bulunan Fatsa Belediye başkanlığı için seçim yapılır. Mahallelerde oluşturulan kurullar bu seçimde Fikri Sönmez’in bağımsız aday gösterilmesini kararlaştırırlar. Fikri Sönmez halkın oyunu büyük oranda alarak başkan seçilir.
Fatsa, Fikri Sönmez’in yönetimde kaldığı sekiz ayda adeta bir mucize yaşar. Asıl önemlisi yapılan fiziki işler değil, doğrudan demokrasi uygulamasıdır ki, şu an CHP milletvekili olan Oktay Ekşi bile dünyanın değişmekte olduğunu, derhal önlenmezse çok yerin Fatsa olacağını yazar.
12 Temmuz günü devlet Fatsa’da bir operasyon başlatır. İşte 12 Eylül’ün başlangıç noktası budur. Tüm ülkede 12 Eylül’den itibaren başlayacak zulüm, Fatsa’da iki ay önce başlar.
Eğer Fatsa karartılmasaydı, bugün Gerze’de ve başka yerlerde halka rağmen, yaşamı karartacak Termik Santrallere, dereleri yok edecek uygulamalara, siyanürlü işletmelere ve halkın karşı olduğu tüm uygulamalara hiç kimse cesaret edemezdi. |