1 Kasım seçimlerinin ardından belki de en çok duyduğumuz “milli irade böyle tecelli etti. Bu sonuçlara saygı duymak gerekir” sözüdür.
Peşinen söyleyeyim; ne bu görüşe katılıyorum, ne de bu sonuçların getirdiği iktidara saygı duyarım. Düşüncemi beğenmeyen bu yazıyı okumayabilir.
Öncelikle saygı; içtenlikli bir durumdur. Zorlama ile saygı olmaz. Seçim sonuçları, ülkemiz gerçeğinden soyut değildir ama yine de geçerli bir olgudur. Olgunun geçerli olması onu saygın yapmaz. Hele hele eşitsiz koşullarda, her tür antidemokratik baskıların yüzlerce insanın kanıyla beslendiği bir seçim ortamının sonuçları asla saygın olamaz.
Diktatörler de seçim kazanır. Ortamı kendi istediği antidemokratik uygulamalar, kan ve gözyaşı ile baskılandırılmış bir seçimin sonuçları olsa olsa diktatörlük getirir.
Hitlerin Almanya’da diktatörlüğünü perçinlediği sürece bir bakalım:
27 Şubat 1933’te meşhur Alman Parlamentosu yangını provokasyonu organize edildi; bu olay bahane edilerek Olağanüstü Hal Kanunu çıkarıldı. Yangın Komünistlerin üstüne atıldı ve muhalefete yönelik sistematik saldırılar başladı. Hak ve özgürlükler askıya alındı; 20 civarında gazetenin yayınına son verildi; merkez sağ ve sol partilerin faaliyetlerine ciddi kısıtlamalar getirildi ve Sosyal Demokrat ve Komünist Parti liderleri tutuklandı. Yani Hitler’in, tüm baskılara rağmen yüzde 43 oy alabildiği bu seçim, serbest bir seçim değildir. Sıradan herhangi bir diktatörün organize ettiği bir seçimdir. Demokrasi değil, diktatörlük seçimidir. 1934 yılında Hindenburg’un ölmesi ile birlikte Hitler Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığını birleştirdi ve diktatörlüğünü perçinledi.
Şimdi de 1 Kasım seçimlerine bakalım:
Başkanlık adı altında kendi iktidarını perçinlemek isteyenlerin adalet mekanizmasını ele geçirmeleri ve bunu pekiştiren sulh ceza yargıçlığı adı altında getirdikleri antidemokratik kurumlaşma yetmemiş, Hitlerin olağanüstü hal yasasını aratmayan “İç Güvenlik Yasası” oluşturulmuştu.
Hitler Alman Parlamentosunu yaktırarak suçu komünistlerin üzerine atmıştı. AKP iktidarı ise tüm ülkenin yangın yerine çevrilmesini sağlayarak suçu solcuların (HDP’lilerin) üzerine atmayı ve halkın buna inanmasını sağladı.
HDP’nin il, ilçe binalarına, seçim bürolarına hatta genel merkezine yapılan saldırılar ve yakmalarla Hitler uygulamaları arasında benzerlik olmadığını kim söyleyebilir.
Hitler 20 dolayında gazetenin yayınına son vermişti. Bizde gazetelere ve gazetecilere yapılan baskılarla muhalif seslerin susturulması aynı yöntem değil midir?
İlçeleri kuşatma altına alarak yürütülen propaganda dönemi, devletin tüm olanaklarının sınırsızca kullanılması da göz önüne alındığında bu seçimin serbest bir olduğu nasıl söylenebilir?
1 Kasım seçimleri asla demokratik bir seçim değildir. İçerdiği koşullar nedeniyle diktatöryal bir seçimdir. Görülen odur ki; bu seçimin getirdiği gelecek, daha da zor ve karanlık bir yarına işaret etmektedir.
Umarım ve dilerim ki bu konuda yanılıyor olayım. Önümüzdeki günlerde iktidar barışı sağlama, demokrasiyi geliştirme yönünde adımlar atar, çözüm sürecini kaldığı yerden sürdürür, demokrasilerde azınlık düşüncelerin çoğunluk olma hakkı olduğunu anımsar ve azınlık düşüncelerin daha rahat yayılmasına olanak tanır. İşte o zaman ben de sizlerden yanıldığım için özür dilerim. |