ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

         Demokrasinin tek tanımı vardır: “Azınlığın, çoğunluk olabilme olanaklarının bulunduğu sistem.”

         Azınlığın çoğunluk olabilmesinin olmazsa olamazı ise sesini soluğunu kitlelere duyurabilmesinin önünün açık olmasıdır. Bunun da gereği; düşünceyi özgürce söyleyebilme ve yazabilmedir. Bunun aracı ise basındır. Yani demokrasi ancak özgür basının olduğu yerde yeşerir.

         Bu kadar söz yetmez. Sözün bittiği yerde gazetecilik de biter. Bakalım gazetecilik ülkemizde bitmiş midir?

         Bu da gazetecilerimizin durumu:
         Gazetecilerimiz örgütsüz. Birden fazla gazeteci örgütü var ama gerçek anlamda bir sendikalar örgütlülük yok. Sendika yok demiyorum, sendikal örgütlülük yok. Gazeteci kendi haklarını savunmak için bile bir araya gelemiyor. Yine de holding dışı kalabilmiş birkaç gerçek gazetemiz var. İşte istenmeyen de ihale sopasıyla ilişkisi olmayan bu gazeteler ve buralarda çalışan gazeteciler.

         Gazetecilik geçmişten bu yana risklidir bizim ülkemizde. Bedel ödeyen, bu gidişle de daha uzun yıllar bedel ödeyecek insanlardır yağdanlık görevi yapmayan gerçek gazeteciler.

 

         İşte yetmişlerden günümüze bu bedeli canıyla ödemiş gazeteciler...
         ABDİ İPEKÇİ... ÜMİT KAFTANCIOĞLU... TURAN DURSUN... MUSA ANTER... UĞUR MUMCU... FERHAT TEPE... METİN GÖKTEPE... HRANT DİNK... KADRİ BAĞDU...

         İşte Kasım 2015 itibariyle hapiste olan gazeteciler listesi:
          Ali Konar, Can Dündar, Cengiz Doğan, Cevheri Güven, Cüneyt Hacıoğlu, Dicle Ensar Tunca, Erdal, Erdem Gül, Erol Zavar, Faysal Tunç, Ferhat Çiftçi, Gültekin Avcı, Hamit Duman, Hatice Duman, Hidayet Karaca, Kamuran Sunbat, Kenan Karavil, Mehmet Baransu, Mikail Barut, Miktat Algül, Mustafa Gök, Murat Çapan, Nuri Yeşil, Ömer Gül, Sami tunca, Sevcan Atak, Seyithan Akyüz, Şahabettin Demir, Tahsin Sağaltıcı, Ufuk Erkan.
          Buradaki sayı otuz. Fazlası vardır, noksanı yok.

***

          Cumartesi günü, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi öldürüldü. Tahir Elçi, bir barış insanıydı, yılmaz bir insan hakları savunucusuydu.

         Daha birkaç hafta önce tutuklanması istemiyle sulh ceza yargıçlığına gönderilmiş, yurtdışı yasağı konularak serbest bırakılmıştı. Tüm suçu “PKK terör örgütü değildir, silahlı bir siyasal harekettir” demesiydi. Katılırsınız katılmazsınız, bunun tanımı düşünce özgürlüğüdür. Herkes devlet ya da çoğunluk gibi düşünmek zorunda değildir ki.

         Bu olaydan sonra birçok ölüm tehdidi aldığını öğreniyoruz. Öldürüldükten sonra “faili meçhul kalmayacak” sözünün hiçbir anlamı yok. Ülkenin en büyük illerinden birinin barosunun Başkanını koruyamayanların söz söylemeye hakları yoktur. Zaten; her öldürme olayından sonra bolca duyduğumuz “faili meçhul kalmayacak” sözü genellikle havada kalmıştır. Hrant Dink olayında bunca yıl sonra geldiğimiz nokta bunun en güzel delilidir. Yukarılardaki zanlılara uzanmak isteyen savcının tezkeresi geri döndürülmekte, savcı hakkında işlem yapılması gündeme getirilmektedir.

         Doksanlı yıllarda sayısı on binlerle ifade edilen faili meçhul cinayetlerde ise bir arpa boyu yol alınamamaktadır.

***

         Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasında ortaya dökülenlerin büyük bölümü Tahir Elçi’nin öldürülmesinde tam siper yok oldu.

         Yukarıda adlarını yazdığım tutuklu gazetecilerin çalıştığı yayın organlarını da yazabilirdim. Yazmadım. Yazmadım çünkü o da bir ayrımcılık sayılabilirdi. Ben bu gazetecilerin düşüncelerini değil, düşüncelerini açıklama haklarının savunulması gerektiğine inanıyorum

         Eğer kendisini demokrat sayanlar haksızlıklara yalnızca düşünsel yandaşları uğradığında karşı çıkacaklarsa vay bizim halimize.