ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

         Bugün güzel gelişmeleri yazacaktım. Sizleri alıp Seferihisar’a götürecektim. Orada imar konusunun rant konusu olmaması için alınan kararlardan başlayacaktım anlatmaya. Estetik kurul onayı olmadan hiçbir yapıya izin verilmemesi kararından söz edecektim. Estetik kurulda tümüyle bağımsız sanatçıların bulunduğunu yazacaktım. Sonra o, estetik görünümlü otobüs duraklarının sevimliğini yazacaktım. Olmuyor, olmuyor işte. Ülkenin bir başka yerinde öylesine büyük acılar yaşanıyor ki, bu güzellikler önemini yitirip gidiyor.

***

         HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran’ın sokağa çıkma yasakları üzerine konuşurken “Kürdistan” sözünü kullanması, meclisin ırkçı vekillerince tepkiyle karşılandı.

         Peki, “Kürdistan” demeyelim de ne diyelim? Hani bir zaman önce “bizde kediye, kedi denir” diyenler neredeler?

         Egemenin isteklerine karşı çıkmak hemen her yerde acı ve zulüm getirmiştir.  12 Eylül egemenlerinin uyguladıkları sistemli ve bilinci işkenceler, Kürtler üzerinde katlamalı uygulandı.

         Neredeyse tarih boyu zülüm altında yaşamış Kürtler, 12 Eylül zulmünden sonra devletle olan bağlarını neredeyse kopardılar. –Kim “haksızlar” diyebilir ki-         

         12 Eylülün ateşlediği bu çatışma ortamı, 1990’larda başka boyutlara ulaştı. Artık köyler zorla boşaltılıyor ve sözcüğün tam anlamıyla cayır cayır yakılıyorlardı. Bu uygulama yetmiyor, sayıları binlerle hatta on binlerle söylenen insanlar izleri bile kalmayacak biçimde yok ediliyorlardı.

         Kurgu, Ankara’da yapılıyor, dönemin Başbakanı Tansu Çiller; “Ya bitecek, ya bitecek” türü sloganlarla kitleleri etkilemeye çalışıyordu.

         Sonra ne oldu? Hepimizin bildiği sonuç; ne bitti, ne bitirildi. Artık halka mal olmuş direniş sürdü.

         Gelelim günümüze. “Sokağa çıkma yasağı” adı altında sürdürülen uygulamanın Tansu Çiller uygulamasından bir iki farkı var. Birincisi; 90’larda Köyler boşaltılıp yakılıyordu, 2015’lerde şehirler. İkincisi; mahalleler yakılmıyor ama büyük oranda yıkılarak harabeye çevriliyor. Kaçırılıp yok etme yerine ise tutuklayıp içeri tıkılıyor.

         Yazık, çok yazık. Yaşadığımız tarihten bile ders almayı bilmiyoruz. Bir bilge; “aynı koşullarda ikinci bir deneme yapıldığında yeni ve değişik sonuç beklemek aptallıktır” demiş. Bizim devletli büyüklerimiz bu sözü sanırım duymamışlar. İkinci, üçüncü ve daha çok kez denenen şiddet politikalarının işe yaramadığını, yaramayacağını; ilkinden değişik bir sonuç üretmeyeceğini bilemiyorlar.

         Ülkenin batısı ise birkaç sosyalistin dışında suskun. Umarım ve dilerim ki bu durum çok tehlikeli olan “duygusal kopuşun” bir belirtisi değildir. Eğer öyleyse felaket kapıda demektir.

         Şiddet, şiddeti doğurur. Zaten şiddet, döner dolaşır, şiddeti uygulayanı vurur. Barışın anahtarı ise duygudaşlık ve demokrasidedir. Daha çok, daha daha daha çok demokraside.

         Yanmış, yıkılmış, kurşun delikleriyle kalbura dönmüş yapı resimleri bizi güzel günlere taşımaz. Buralarda yaşayan insanlar kitleler halinde başka yerlere göç ediyorlar.

         Göç ettikleri yerlerde yeni bir yaşam kurmak için verecekleri uğraşının zorlukları onları daha da kinlendirecektir. Başarısız olanların nerelere savrulacağını bilmek için toplum bilimci olmak gerekmiyor.

         İnsanları şiddet uygulayarak, göç ettirerek huzurun sağlanmadığını daha önce görmedik mi? Gördükse bu uygulamanın yinelenmesinin adı ne olacak?

         Şurasını zaten iyi biliyoruz ki; çözüm şiddette değil. Başkaca bir çözümü olmayanların ülkeyi yönetme makamlarında olması ne büyük bir şanssızlığımız.

http://www.hitwebcounter.com/