GÜNÜMÜZE BİR DEĞİNME
Son günlerde çokça sözü edilen ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ özünde ABD’nin yeni anlayışı anlamak için bize hayli bilgi sunuyor. Önceden bildiğimiz, şimdi artık tümüyle su yüzüne çıkan bu durum, ABD’nin dünyayı yeniden ve kendi istemleri doğrultusunda nasıl dizayn etmek istediğini açıkça ortaya koyuyor. ABD’nin yayılmacı politikası, önünde engel bırakmamak için gereğini yapıyor. Araçlarının meşru olup olmadığı ise hiç umurunda değil. Kendine göre düzenlemek istediği dünyada, kendi amaçlarına uygun yönetimler oluşturuyor. Bunu yaparken kullandığı silahları istediği gibi seçiyor. Sermayenin küresel yasalarını zorla kabul ettirdiği ülkelerde ekonomik krizler oluşturuyor (Türkiye), sokak eylemleri örgütlüyor (Venezüella), darbeler yapıyor. Kendi uydurduğu gerekçelerle ülkeleri işgal edebiliyor.
Ülkemiz, ABD’nin yayılmacı politikaları birinci derece önem taşıyan bir coğrafyada. AKP iktidarı öncesi dönemde baskılara boyun eğen iktidarın yaptığı Anayasa ve yasa değişimleri ile ülkemiz çokuluslu şirketler için dikensiz gül bahçesine dönüştürüldü. Ülkenin en önemli ve büyük gelir kaynaklarının özelleştirme adıyla, çokuluslu şirketlerin eline geçişinin önü açıldı. Tahkim yasası ile bunun geriye dönüşünün önü kesildi. AKP iktidarı ise tüm yönleriyle ABD’nin bu yeni emperyalist anlayışını hayata geçirmek üzerine icraat yapıyor. Varlık nedeninin ABD ve onun yayılmacı politikaları olduğunu çok iyi biliyor. Bir yandan genel rantı uluslararası tekellere açma sürecini tamamlarken, diğer yandan getirdiği “Kamu Yönetimi Yasası” ile yerel rantları da çok uluslu şirketlere yağmalatmaya hazırlanıyor. Sürecin işleyişine baktığımızda; yerel yönetimlerin elindeki kamu kaynaklarının öncelikle özel şirketlere açılmak, sonrasında da bu şirketlerin çok uluslu şirketlere satılması biçimde işleyeceğini görebiliyoruz. Bırakalım kamu kaynaklarını, ülkenin özel şirketleri ve görece küçük rantlarının transferinde bu sürecin işlediğini Kipa, Carrefuor, Tansaş gibi örneklerde görüyoruz.
Bu politikaların zorunlu sonuçlarından biri ise işsizliğin ve yoksulluğun artması olarak kendini gösteriyor. Örgütsüz ve asgari ücrete mahkum çalışanlar, ülke kaynaklarının dışa transferi nedeniyle gittikçe yoğunlaşan yoksulluk.. İşte bize dayatılan fatura bu...
Bu karamsar tablonun çıkışını aramak ve bulmak zorundayız. Bu çıkışın birincil koşulunun bu günkü politikalara karşı çıkmak olduğu bir gerçek ama yeterli değil. Önemli olan kapitalizm karşıtı bir düzen oluşturulması gerekliliği üzerinden yeni açılımlar gerçekleştirmek. Temelinde işçilerin, işsizlerin, yoksulların bulunduğu bir mücadele ekseni oluşturmak... Küresel bir karşı duruşu örerken, yerel duruşu da örgütlemek. Yani, açıkçası geçmişin tekrarı olmayan bir sosyalizm ihtiyacı kendini dayatmaktadır. Bunun için de, günümüz koşullarının gerektirdiği yeni bir yapı ve mücadele yöntemleri oluşturulmalıdır.
Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında, güncel olan Yerel Seçimlere baktığımızda kendimize yeni görevler çıkarabiliriz. Bunlardan biri, seçim atmosferini tepkinin geliştirilmesinde etkin kullanmaktır. Hiçbir aracı reddetmeyen bir anlayışla bakmak için tepkiyi oluşturacak yapıları desteklemek gerekmektedir.
Bugüne ilişkin görevlerden daha önemli olarak, geleceğe ilişkin düşüncelerimizi oluşturmak, dile getirmek, örmek ve inandırıcı kılmak zorundayız. İddiamızı somuta indergemek için belki de yeniden “TEK YOL DEVRİM” demek gerekiyor.
24.01.2003