CUMHURİYETİN KURULUŞ DÖNEMİNE FARKLI BİR BAKIŞ
AYHAN ALTAY
Keşke; nesnellik, yalnızca görece bir kavram olmasa. Keşke; bizim gibi düşünmeyenleri anlamaya çalışabilsek.
Düşüncelerine ve birikimine her zaman –biraz da kıskanarak- saygı duyduğum öğretmenim Rasim Bakırcıoğlu’nun yazdıkları üzerine yazmak bana zor geliyor. Bu nedenle de her sözcüğü özenle seçmeye çalışıyorum. Hele hele konu Mustafa Kemal’se…. –Öncelikle belirtmem gerek ki bu seçimim Atatürk sözcüğünün, insanlığın baş belası olduğuna inandığım ulusculuk (milliyetçilik) kaynaklı olmasıdır.-
Bir dönemi ve kişiyi değerlendirirken dönemin koşullarının göz önünde tutulması hepimizin bildiği bir olgu. Bunu göz önüne alarak yazmaya çalışacağım. –Bir özel durumumu da belirtmek isterim: Devrik tümce kullanmayı sevdiğimi ve yargı yüklemi kullanmamaya özen…
Yazımın özü Veli Emektar arkadaşımın, öğretmenimin yazdıklarına yaptığı yorumla ilgili olacak.
Mustafa Kemal’in askerlik ve silahlı savaşı benim alanımın dışında. O savaş yapılması üzerinden her söz suya yazılmış yazıdır. Bence önemli olan savaş sonrasıdır.
Bazılarının “devrim” olarak nitelendirdiklerinin -ben bu tanımı kullanmasam, abartılı bulsam da- önemli ve olumlu bulduğumu öncelikle belirteyim ki sonrasında yazacaklarım bir karşıtlık olarak algılanmasın.
1920’lerin Anadolu’su feodal –tam karşılık olmasa da başka kavram bulamadım- bir toplum. Manifaktür üretimin bile olmadığı toplumda sosyalist bir yaşamın kurgulanmasının çok zor olduğunu hatta büyük olasılık olanaksız olduğunu sanıyorum. Bu konuda tarihte Aristonikos isyanı ve Şeyh Bedrettin eylemliği varsa ve zorla bastırılmış olsa da uzun süreli bir kalıcılığı olamayacağı düşüncesindeyim. Ayrıca Mustafa Kemal’in sosyalist olmadığı, dahası bu topraklarda sosyalizm savaşımı –tarihsel ve sosyal koşullar yetersizliği bir yana- verenlere acımasız davrandığı ortada. Yani, Mustafa Kemal’i sosyalizm üzerinden eleştirmek yanlış olur.
Cumhuriyetin kurucuları, Fransız devriminin sonuçlarından “ulusçuluk”un (ğ’yi bilerek kullanmadım) etkisi fazlasıyla görülür. Bir imparatorluğun kalıntısı üzerinde var olmanın koşulu olarak yeni bir ulus oluşturmayı görmüş gibidir. Bu nedenledir ki; Egemenliği altındaki topraklarda başka etnik kümelerin olmasını “tehdit” görmüşlerdir. Bunun sonucunda; günümüzde” insanlık suçu” olarak adlandırılabilecek, birçok acının yaşanmıştır.
Devletin kuruluş sürecinde “bağımsızlık” vurgusu neredeyse tek ilkedir. Bu ilkenin açılımından “Cumhuriyet” çıkmıştır, ulusçuluk çıkmıştır ama “özgürlük (hürriyet)” çıkmamıştır. Hatta “özgürlük” kavramından bilerek kaçınılmıştır.
Özgürlük kavramı daha çok “meşrutiyet” dönemlerinde vardır. İmparatorluk yapısı gereği birçok etnik yapıdan oluştuğundan etnik ve kişisel özgürlükler yine Fransız devrimi sonuçlarından biri olarak tüm dünyayı sararken, buna karşı durmak devletin parçalanmasını hızlandıracaktır.
Dönelim Cumhuriyetin anlayışına. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana çektiği sancıların temelinde ki en büyük etmen ”özgürlük” noksanlığıdır. Kişilerin kendini tanımlamaları, düşüncelerini açıklamaları, kuruşundan bu yana cumhuriyetin korktuğu ve asla izin vermediği bir olgudur. Dersim tertelesinden Gezi protestolarına kadar devletin birçok olguya sert karşı çıkmasının temelinde egemenlerin, halkın özgürlüğünden kaynaklı korkusu birinci etmen olabilir.